BEDEL - TDV İslâm Ansiklopedisi

BEDEL

Müellif: FERİDUN EMECEN
BEDEL
Müellif: FERİDUN EMECEN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1992
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/bedel--osmanli-vergi
FERİDUN EMECEN, "BEDEL", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/bedel--osmanli-vergi (28.11.2024).
Kopyalama metni

Bedel Osmanlı maliyesinde verginin veya mükellefiyetin cinsini gösteren kelime ile birlikte kullanılır ve onların karşılığı anlamını taşır. Bu karşılık, bazı belirli hizmetlerin yerine getirilmesi veya gerekli mühimmat ve levazımın temini gibi mükellefiyetlerin nakde çevrilmesi şeklindedir. XV-XVI. yüzyıllarda bazı zümrelere ağır gelen ve artık önemi kalmayan yükümlülükler paraya çevrilmiş, böylece bir bakıma halka kolaylık sağlanmıştır. Meselâ Aydın ve Saruhan yöresinde deve yetiştirip vergilerini devlete her yıl belirli sayıda deve vermek suretiyle ödeyen yörüklerin bu mükellefiyetleri kaldırılarak buna bedel, hâne başına bir miktar akçe vermeleri kararlaştırılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına kadar, ordunun geri hizmet kıtalarını teşkil eden, ayrıca çeşitli devlet işlerinde çalıştırılan piyade-müsellem ve ellici yörükler ise hizmetlerini avârız bedeli olarak yerine getiriyorlar ve tekâlîf vergilerinden muaf bulunuyorlardı. XVI. yüzyıl sonunda piyade ve müsellem teşkilâtı kaldırılınca bunlar avârız bedeli olarak belirli bir vergi ödemekle yükümlü tutuldular. Ayrıca donanmanın ihtiyacı için avârızhânelerine göre tesbit edilen kürekçiler hizmete gitmedikleri vakit kendilerinden alınan akçeye “bedel-i kürekçi” adı verilirdi. Eğer bir kürekçi veya piyade hizmete bizzat gitmeyip kendi yerine bir adam gönderirse buna “bedel tutma” denirdi (, Ali Emîrî, Kanûnî, Ahkâm Defteri, nr. 291, s. 3). XVI. yüzyıl sancak kanunnâmelerine göre aynî olarak alınmakta olan bağ, bahçe ve kovan öşürleri, mahsul miktarının belirsizliği sebebiyle, halka kolaylık olması için nakde çevrilmiş, “bedel-i öşr” olarak bir miktar akçe takdir edilmişti. Ziraatla meşgul olan çiftçiler başka bir iş tutar veya ziraat sahası üzerine bina vb. şeyler inşa ederlerse öşür bedelini nakdî olarak ödemek zorunda kalırlardı. 1516 tarihli Bosna kanununa göre voynuk statüsündeki hıristiyan ahaliden “bedel-i cizye” olarak 30 akçe alınır, ispence vb. vergiler talep edilmezdi.

XVI. yüzyıl ortalarından itibaren sık sık nakit sıkıntısı çeken Osmanlı maliyesi, muafiyet karşılığı yapılan çeşitli devlet hizmetlerini veya aynî mühimmat tedarikini nakde çevirmeyi ve para sıkıntısının önünü almayı tercih etmiş, böylece bedel uygulamaları çok yaygınlaşmıştı. XVII. yüzyıl ortalarında devlet hazinesine giren gelirlerin hemen hemen yarıya yakını çok çeşitlilik kazanmış olan bedellerden sağlanıyordu. Bu yüzyıldaki yaygın uygulama sebebiyle en çok bilinen vergi türü “bedel-i nüzül” ve “sürsat” idi. Ordunun yiyecek ihtiyacını karşılamak için halktan aynî olarak alınan nüzül vergisi, büyük askerî yollar veya savaş sahasına yakın yerler dışındaki bölgeler için nakdî bir vergi haline gelmişti. Ayrıca ordunun konakladığı yerlere erzak getiren kimselere devletçe ödenen bedel için de “bedeleyn-i nüzül” veya “sürsat akçesi” adı verilirdi. XVII. yüzyıldan itibaren sefere katılmayan timar sahiplerinden “bedel-i timar” adı altında para alınması kararlaştırıldı. Nitekim 1689’da cepheye gitmeyen timar erlerinden timar hasılatının % 68’i vergi olarak istendi. Ayrıca toprağın geliri belirli bir miktarı aştığı halde asker beslemeyen sipahilerden de “bedel-i cebelü” adıyla ayrı bir vergi talep edildi. Mâlikâne timar tasarruf edenlerin cebelüleri sefere gitmezlerse onların timarlarından birer yıllık mahsulleri devlet tarafından bedel olarak alınırdı. Eflak ve Boğdan voyvodalıkları ile Ragusa Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’ne her sene maktû olarak ödedikleri vergiye de “bedel-i cizye” denirdi. “Bedel-i gedik”, zeâmet sahiplerinin tasarruflarındaki dirliklerine gedik ilhak ettiklerinde alınan bir vergi idi. “Bedel-i has” ise kendisine tahsis edilecek uygun bir has bulunmayan kimselere has yerine ödenen bedeli ifade ederdi. Bu özellikle XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren yaygınlaştı ve böylece bir bakıma nakit maaş sistemi ortaya çıktı. 1787 savaşı sırasında devletin içinde bulunduğu malî sıkıntılar müsâdere usulünün artmasına ve “muhalefat bedeli” adlı yüksek oranlı bir miras vergisinin yaygınlaşmasına sebep oldu. Bu bedel doğrudan Darphâne’ye giderdi. Savaş sebebiyle artık olağan üstü bir vergi niteliğine giren cebelü bedeliyyesi tahsiline girişildi ve bu vergi mâlikâne, mukātaa ve esham sahiplerinden alındı. XIX. yüzyılın hemen başlarında Tersane hazinesinin gelirini oluşturan kaynaklar arasında kalyoncu bedeliyyesi önemli bir yer tutuyordu. Bu vergi, kalyoncu neferi hizmetiyle yükümlü kılınan, fakat fiilen gemilerde hizmet görmeyen kimselerden alınıyordu.

Osmanlı maliyesinde XIX. yüzyılda çeşitli münasebetlerle bedel uygulaması devam etti. 1856 Islahat Fermanı ile Osmanlı tebaası arasında eşitlik prensibi ortaya çıkınca gayri müslimlerden de para alınmak suretiyle fiilî askerlik hizmetinden muaf tutulmaları kararlaştırıldı ve buna “bedel-i askerî” adı verildi. Önceleri devlet memurları tarafından tahsil edilen bedel-i askerî daha sonra 1907’de kaldırılana kadar ilgili cemaatlerce toplanmaya başlandı. Şahsî bedel ise bizzat askerlik yapmak istemeyenlerin rediflik hizmetini yerine getirmek için maaşla kendi yerlerine adam göndermeleri idi. 1886’da bu usul yeniden ele alınınca askerlik çağına girmiş olanların muvazzaf askerlik hizmetinden istisna edilmek yahut muvazzaflık hizmetini kısaltmak için belirli nisbette para vermesi kararlaştırıldı ve buna “bedel-i nakdî” dendi. Ayrıca bedel-i nakdî, şahsen yol yapmak mükellefiyeti olanların bu yükümlülüğe karşı verdikleri para anlamına da gelirdi. Bedel uygulaması günümüzde de “bedelli askerlik” adı altında varlığını sürdürmüştür.


BİBLİYOGRAFYA

, Ali Emîrî, Kanûnî, Ahkâm Defteri, nr. 291, s. 3.

Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler: Nesâyihü’l-vüzerâ ve’l-ümerâ (haz. Hüseyin Ragıp Uğural), Ankara 1969, s. 117.

Mustafa Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, II, 101; III, 101.

Süleyman Sûdî, Defter-i Muktesid, İstanbul 1307, I, 130-142; II, 12, 14.

Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328-30, II, 327-328, 332.

, s. 4, 24, 66, 96, 118, 271, 288, 398.

Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 81-90, 103-104, 107.

H. Gibb – H. Bowen, Islamic Society and the West, Islamic Society in the Eighteenth Century, Oxford 1969, I/2, s. 4, 17, 30, 32, 34.

Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstanbul 1985, s. 59, 358.

Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul 1986, s. 69-70, 103, 110, 135, 215, 231.

Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989, s. 151-152.

İlhan Şahin, “Timâr Sistemi Hakkında Bir Risâle”, , sy. 32 (1979), s. 924.

B. McGowan, “Osmanlı Avârız-Nüzûl Teşekkülü, 1630-1830”, , VIII (1981), II, 1327-1331.

, I, 185-186.

Sıddık Sami Onar, “Bedel-i Askerî”, “Bedel-i Nakdî”, , II, 439-440.

H. Bowen, “Badal”, , I, 855.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 301 numaralı sayfada yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER