BUĞRA, Tarık - TDV İslâm Ansiklopedisi

BUĞRA, Tarık

Müellif: FERİDUN ALPER
BUĞRA, Tarık
Müellif: FERİDUN ALPER
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2020
Erişim Tarihi: 01.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/bugra-tarik
FERİDUN ALPER, "BUĞRA, Tarık", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/bugra-tarik (01.12.2024).
Kopyalama metni

2 Eylül 1918’de Akşehir’de doğdu. Babası Erzurum asıllı hukukçu Mehmet Nâzım Bey, annesi Akşehirli Tâhiroğulları’ndan Nâzike Hanım’dır. İlk öğrenimini Akşehir’de tamamladıktan sonra iki yıl İstanbul Erkek Lisesi’ne devam etti (1933-1935). Okulun yatılı kısmı kapatılınca öğrenimini Konya Lisesi’nde sürdürdü ve buradan mezun oldu (1936). Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik-Kimya-Biyoloji (FKB) sınıfında yüksek öğrenime başladı. Lise yıllarında ortaya çıkan yazar olma arayışları öğrenciliğin gerektirdiği sorumluluk duygusundan kopmasına, derbeder bir hayat sürmesine yol açtı. Fizik-Kimya-Biyoloji sınıfında okuduğu iki yılın ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’nde dört yıl kayıtlı öğrenciliği sonunda mezun olmadan ayrıldı. Askerlik döneminin (1942-1945) ardından İstanbul’a döndü. İki yıl sonra Şişli Terakki Lisesi’ne muallim muavini olarak girdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydolmasına rağmen buradan da diploma alamadı. “Oğlumuz” adlı hikâyesinin Yunus Nadi Hikâye Yarışması’nda ödüle lâyık görülmesi (1948) Çınaraltı dergisi ve Milliyet gazetesinden teklif almasını sağladı. Babası ile Akşehir’de Nasreddin Hoca (1948-1952), Talat Tekin’le İstanbul’da Zeytindalı (1950), kısa bir süre de İstanbul Haftası (1951) dergilerini çıkardı. Aynı yıl Şehir Tiyatrosu Edebî Kurulu’nda görev aldı. Bu kurulla ilişkisi aralıklarla uzun yıllar sürdü. Milliyet gazetesinde yazdığı sanat-edebiyat yazılarıyla gazeteciliğe başladı (1951). Ankara’da Yenigün, İstanbul’da Vatan gazetelerinin neşriyat müdürlüğünü yaptı (1957), Milliyet’in spor sayfasını hazırladı (1958), Peyami Safa’nın neşriyat müdürü olduğu Tercüman gazetesine makaleler yazdı (1959). Ardından Yeni İstanbul gazetesinde neşriyat müdürlüğüne getirildi (1960). Bu kurumun çıkardığı Türkiye Spor gazetesinin yazı işleri müdürü olarak kısa bir süre Norveç, Almanya ve Rusya’da bulundu (1961). Mümtaz Turhan ile birlikte çıkardığı Yol dergisine “Haftadan Haftaya Yol Notları” başlığı altında yazılar yazdı (1962). Haziran 1969’da Tercüman gazetesinde başlayan “Merhaba” ve “Pazar Sohbetleri” başlıkları altındaki yazılarını Aralık 1983’e kadar sürdürdü. İbiş’in Rüyası ile TRT başarı ödülünü (1970), Yağmur Beklerken ile Türkiye İş Bankası büyük ödülünü (1981), Akümülatörlü Radyo ile Türkiye Yazarlar Birliği tiyatro ödülünü (1981), Osmancık ile Türkiye Millî Kültür Vakfı armağanını (1985) kazandı. 1991’de devlet sanatçısı unvanını aldı ve 1993’te Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın sanatçısı seçildi. 1987-1993 yılları arasında bir taraftan Türkiye gazetesinde “Pazar Sohbeti” başlığı altında yazılar yazdı; diğer taraftan İbiş’in Rüyası, Yalnızlar, Osmancık (Kuruluş adıyla), Dönemeçte, Yağmur Beklerken adlı romanlarının senaryolarını, Diyanet İşleri Başkanlığı, TRT ve Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın sipariş ettiği Sahibini Arayan Madalya, Atatürk: Zafer Gaye Değildir, Korkma Sönmez, Bir Ben Vardır Benden İçeri adlı senaryoları hazırladı. Kısa bir hastalığın ardından 26 Şubat 1994’te vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.

Tarık Buğra’nın edebiyata ilgi duymasında kültürlü bir insan olan babasının Safahat, Rübâb-ı Şikeste, Şerâre, Piyâle, Cevdet Paşa Târihi, Servet-i Fünûn, Terakkî gibi Türk kültür ve edebiyatının örneklerinden meydana gelen kitaplığındaki kitap ve dergilerden okuduğu şiir, hikâye ve yazıların; tarikat ehli olan annesinin zaman zaman söylediği ilâhilerin; Kurtuluş Savaşı yıllarının hâfızasında bıraktığı izlerden ibaret bir dekor içerisinde ve birbirlerinin kontrolü altında iç içe yaşayan insanlarıyla Akşehir’in rolü vardır. Henüz ortaokulda iken yazdığı bir şiirin öğretmeni Rıfkı Melûl Meriç’in dikkatini çekmesi ve onu şiir yazmaya teşvik etmesi, İstanbul Erkek Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin’in düzenlediği bir yazı yarışmasını kazanması, Pertev Naili Boratav’ın dil bilincinin uyanmasındaki etkisiyle insanı ilişkileri ve kaderi içerisinde yorumlama ve anlatma arzusu duymasına, yazar olmaya karar vermesine etkili olur.

Bu arayışlar içerisinde, daha sonra Rıfkı Melûl Meriç’in götürdüğü ve hikâyelerinde sık sık bahsettiği İstanbul Beyazıt’taki Küllük Kahvesi’nde Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihad Tarlan, M. Fuad Köprülü, Mükrimin Halil Yinanç, Emin Âli Çavlı, Yavuz Abadan ve Nurullah Ataç gibi Türk aydın kesiminin havasını yansıtan şahsiyetlerle birlikte birçok tip ve karakteri tanır, onların sohbetlerinde bulunur. Askerlik yaptığı sırada Ankara Radyosu tarafından seslendirilmesi uygun görülen Arayan Bulur adlı radyofonik bir oyunla Akümülatörlü Radyo’nun ilk şeklini ve Yalnızların Romanı’nı yazar. Edebiyat dünyasında ilk defa Yunus Nadi Hikâye Yarışması’nda bir altın dolmakalemle ödüllendirilen “Oğlumuz” adlı hikâyesiyle tanınmaya başlar. Genelde, “Sanat sanat içindir” ilkesine bağlı kalan yazara göre bu ilke yozlaştırılmış ve âdeta sanatın toplumla ilgisinin olmadığı şeklinde bir tablo ortaya çıkmıştır. Halbuki sanatı toplumdan soyutlamak mümkün değildir; sanatın görevi göstermek, düşündürmek, böylece okuyucunun yeni bir dünya kurmasına yardımcı olmaktır. Çünkü sanat insan ve kâinatı bir mizaca göre yeniden yorumlamaktır.

Yazar 1948-1952 yılları arasında altmış dört, 1953-1963 yılları arasında on sekiz olmak üzere toplam seksen iki hikâye kaleme almış ve bu hikâyelerinde hayatın normal akışını değiştiren olaylarla karşılaşan bireylerin çaresizliklerini, bunalımlarını, sevinçlerini, kederlerini ve bu durumların karşısında yaşama arzularıyla iradelerini ortaya koymalarını anlatmıştır. “Oğlumuz” adlı hikâyede gençlik dönemi, “Buhran”da evli kahramanın başkasına duyduğu duygusal ilgi gibi sıradan olaylar kahramanların iç dünyalarına yönelmelerini sağlamakla görevlidir. Aslında bu olaylar ferdî, içtimaî ve ailevî görünümler arzeder. Genellikle fert hayatın normal akışı içerisinde iç dünyasındaki zenginliğin farkında değildir. İnsanın her anını daha önceki milyonlarca kırıntının ürünü olarak gören yazar, yaşanılan olayın geçmişte yaşananlarla ilgisini göstermek bakımından sık sık geriye dönüşlere başvurur. Tarık Buğra yazı hayatı boyunca yirmiden fazla roman kaleme almakla beraber bunların ancak yarısı kitap olarak yayımlanmış, diğerleri çeşitli gazetelerde tefrika halinde kalmıştır. En tanınmış eserleri arasında yer alan Küçük Ağa, Yağmur Beklerken, Dönemeçte adlı romanlarında olaylar Akşehir ve Hisarlı gibi Orta Anadolu kasabalarında geçer, fakat bu küçük mekânlar büyük mekânların bütün özelliklerini taşır.

Tarık Buğra, hikâyelerinde yoğun biçimde ferdin yeniden doğuşu anlamına gelen dönüm noktaları üzerinde durduğu gibi Osmancık, Küçük Ağa, Firavun İmanı, Yağmur Beklerken, Dönemeçte ve Gençliğim Eyvah adlı romanlarında Türk tarih ve sosyal hayatının dönüm noktası kabul ettiği dönemleri ele alır. Kahramanların kişileşme mücadelelerine bağlı olarak birey ile toplum arasındaki münasebeti ve dönemin ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerini anlatır. Osmancık’ta toplum ile fert arasındaki ilgi Osman Bey’in Osmancık, Osman Bey, Osman Gazi Han dönemlerine bağlı olarak toplumun da aşiret, devlet ve imparatorluk düşüncesine ulaşma dönemleri arasındaki paralel görünümle sağlanır. Romanda dönemin yaşama tarzına ait ekonomik ve geleneksel unsurların yanı sıra imparatorluğu oluşturacak devlet anlayışına da yer verilir.

Küçük Ağa ile Firavun İmanı yazarın üzerinde en çok durulan eserleridir. Küçük Ağa’nın konusu toplumsal bir dönüm noktasının ifadesi olarak görülen İstiklâl Savaşı’dır. Eserin aynı konuyu işleyen birçok romandan farkı olaylara dönemin penceresinden bakılması ve insanların, yıllar süren mağlûbiyetler neticesinde millî iradeye cevap verme fonksiyonu zayıflamış olan altı yüzyıllık bir otorite ile kurtuluş iddiası taşıyan ve kimler tarafından açıldığı bilinmeyen yeni bir bayrak arasında karar verme mecburiyetinde kalmasından kaynaklanan bir iç çatışmanın yansıtılmasıdır. Yazar burada Küçük Ağa ile Çolak Salih’in şahsiyetlerinde milletçe gerçekleştirilen yeniden doğuşu ortaya koyar. Olayların fikrî sahada bir nevi devamı gibi görülen, Sakarya Savaşı’nın öncesi ve sonrasının ele alındığı Firavun İmanı’nda ise savaş sonrası bocalamanın sebepleri ortaya konulmaya çalışır.

Yağmur Beklerken’de, Türk demokrasi hayatı içerisinde önemli bir yeri olan ve ikinci bir dönemeç olarak görülen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ve kendini feshedişiyle o sırada yaşanan büyük bir kuraklık olayı arasında paralellik kurulur. Dönemeçte’de Türkiye’nin çok partili sisteme geçiş döneminin çalkantıları üzerinde durulur. Yazar diğer romanlarında olduğu gibi burada da olayları Orta Anadolu’nun küçük bir kasabasına açtığı pencereden seyreder; küçük kasaba insanlarının kültürlerini, törelerini, ekonomik durumlarını, yöneten ve yönetilen ilişkilerinden doğan tedirginliklerini anlatır. Gençliğim Eyvah’ta 1970’li yılların Türkiye’sini kasıp kavuran anarşinin yol açtığı yıkımlar sosyal bir dönemeç olarak gösterilir. Yazara göre 1970’li yıllarda yaşanan olaylar Türkiye’nin bir başka dönüm noktasıdır. Tarık Buğra’nın diktatörlüklere karşı tavrını ortaya koyan romanlarından biri Siyah Kehribar’dır. Dünyanın En Pis Sokağı’nda ise kan davasından vazgeçme meselesi üzerinde durulur. Akümülatörlü Radyo adlı tiyatro eserinden roman haline getirilen Yalnızlar, irade gücünü temsil eden Doktor Rıza ile hayatın gerçeklerinden kaçan Murat arasındaki çatışma üzerine kurulmuştur. Şahsiyeti engellemesi, insanı ve insanlığı köle haline getirmesinden dolayı bazı eserlerinde ve yazılarında diktatörlüğe karşı çıkan yazar, ilk adı Peşte 56 olan Ayakta Durmak İstiyorum adlı oyunun konusunu Macarlar’ın 1956 yılında komünizme karşı çıkışından alır. İbiş’in Rüyası yazar tarafından oyunlaştırılmış ve Ekim 1972’de Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmiştir. Eserin birinci derecedeki kahramanı Nahit, Türk tiyatrosunun ünlü aktörü Komik-i Şehir Naşit’i çağrıştırır. Aptal ve şapşal görünüşlü, gerçekte zeki, fedakâr ve gönlü zengin bir halk tipi olan İbiş rolüyle sahneye çıkan Nahit komediyi paskallığa dökmeden ortaya koyan bir sanatkârdır. Eser Nahit ile Hatice arasındaki duygusal ilişkiye bağlı olarak Hatice’nin iç dünyasındaki sanat gücünün birtakım iç çatışmaları sonunda ortaya çıkarılışını ve aktörlük dünyasına ait bazı durumları yansıtır. Makale ve fıkralarından seçtiği yazılarını topladığı Düşman Kazanmak Sanatı’nda yazar sanat, edebiyat ve dil hakkındaki görüşlerini ortaya koymaktadır. Bunlar arasında yazarın yetiştiği muhit, ilk hikâyeleri, Küçük Ağa’nın hikâyesi ve Küllük hakkında anlattıkları dikkat çekicidir. Türkiye gazetesinde “Pazar Sohbetleri” başlığı altında yazdıklarından oluşan Bu Çağın Adı’nda sanat, edebiyat ve dil meselelerinin yanı sıra Güneydoğu, 12 Mart gibi siyasal-sosyal konularla ilgili yazılarına da yer verir. Tarık Buğra zaman zaman İstanbul, Hareket ve Hisar dergilerinde sanat ve edebiyatla ilgili yazılar da yazmıştır.

Eserleri. Roman: Yalnızların Romanı (Çınaraltı, 5 Mayıs - 9 Haziran 1948), Aşk Esirleri (Milliyet, 30 Eylül - 9 Aralık 1950), Tetik Çekildikten Sonra (Akın, 29 Ağustos - 8 Ekim 1951), Ofsayd (Akın, 10 Ekim - 13 Kasım 1951), Sonradan Yaşamak (Vatan, 16 Şubat - 23 Mayıs 1953), İnce Hesaplar (Milliyet, 19 Mart - 3 Mayıs 1953), Abaza Paşa’nın Rüyası (Bursa Hâkimiyet, 27 Eylül 1955 - 7 Şubat 1956), Şehir Uyurken (Bursa Hâkimiyet, 4 Haziran - 22 Eylül 1956), Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lâmbası (Yeni Gün, 11 Nisan - 31 Mayıs 1957), Ölü Nokta (Yeni İstanbul, 23 Nisan - 10 Haziran 1958), Çolak Salih (Tercüman, 15 Mayıs - 5 Temmuz 1984), Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1963), Küçük Ağa Ankara’da (1966), İbiş’in Rüyası (1970), Firavun İmanı (1978), Bir Köşkünüz Var mı? (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Dönemeçte (1980), Osmancık (1983), Dünyanın En Pis Sokağı (1989).

Hikâye: Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964).

Tiyatro: Ayakta Durmak İstiyorum (1966), Üç Oyun (Akümülatörlü Radyo [Dört Yumruk], Ayakta Durmak İstiyorum, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, 1979), İbiş’in Rüyası (1982), Güneş ve Arslan, Sıfırdan Doruğa (1988).

Röportaj: Gagaringrad Moskova Notları (1962).

Fıkra ve Makale: Gençlik Türküsü (1964), Düşman Kazanmak Sanatı (1979), Bu Çağın Adı (1979), Politika Dışı (1992).


BİBLİYOGRAFYA

Hüseyin Tuncer, Tarık Buğra, Ankara 1988.

Feridun Alper, Tarık Buğra: Hayatı, Sanatı, Eserleri (doktora tezi, 1993), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, I-III.

a.mlf., “Tarık Buğra ile Sanat ve Edebiyat Üzerine”, Mina, sy. 27, Erzurum 1992, s. 6-11; sy. 28 (1992), s. 21-26; sy. 29 (1992), s. 16-21.

a.mlf., “Tarık Buğra’nın Tiyatro Eserlerine Genel Bir Bakış”, Akademik Araştırmalar, I/4, Erzurum 1997, s. 1-12.

Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra: Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak, İstanbul 1995.

Ramazan Gülendam, Using Narratology to Study Kemal Tahir and Tarık Buğra’s Narrative Strategies Devlet Ana and Osmancık (doktora tezi, 2000), University of Manchester.

Mehmet Tekin, Tarık Buğra: Söyleşiler, Konya 2004.

Ebru Burcu Yılmaz, Tarık Buğra: İnsan ve Eser (doktora tezi, 2005), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Tarık Buğra (ed. Mehmet Tekin – Ebru Burcu Yılmaz), Ankara 2008.

Nuran Özlük, Gök Ekini Biçer Gibi: Tarık Buğra’nın Anadolusu, İstanbul 2010.

Gürsel Aytaç, “Tarık Buğra’nın Romanı: Yağmur Beklerken”, Yazko Edebiyat, V/27, İstanbul 1983, s. 113-119.

Muhsin Karabay, “Tarık Buğra ve Güneş Rengi Yapraklar”, Türk Edebiyatı, sy. 233, İstanbul 1993, s. 20-30.

Turan Karataş, “Tarık Buğra’nın Öyküleri ve Öykücülüğü”, Bilig, sy. 48, Ankara 2009, s. 119-136.

B. Altuniş Gürsoy, “Buğra, Tarık”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Ankara 2002, II, 340-342.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2020 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cildinde, 215-217 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER