https://islamansiklopedisi.org.tr/el-ahrufus-seba
el-Ahrufü’s-seb‘a (yedi harf) konusu kıraat ilminin yanı sıra tefsir, hadis, İslâm hukuku, Arap dili, kelâm ve tasavvuf gibi ilim dallarında da hakkında farklı görüş ve yorumların ortaya konulduğu konular arasında yer almaktadır. İslâm âlimleri yedi harf ile neyin kastedildiğini açıklamak ve bu bağlamda ortaya çıkan meseleleri aydınlığa kavuşturmak için ciddi bir çaba göstermişlerdir.
el-Ahrufü’s-seb‘a terkibindeki ahruf, harf kelimesinin çoğulu olup sözlükte “bir şeyin kenarı, yön, üslûp, lugat, kıraat, lehçe” anlamlarına gelir. Kıraat terimi olarak ise genel itibariyle yedi harfin içeriğini oluşturan okuyuşların her birini ifade etmektedir. Tamlamadaki seb‘a (yedi) kelimesi ya gerçek anlamda yedi sayısını ya da kinaye olarak çokluğu ifade eder (İbnü’l-Cezerî, I, 25-26; Zerkeşî, I, 211).
Kur’an Arap diliyle inzâl edilmiştir. Arap dili de çok sayıda lehçeden oluşur. Ancak Kur’an’ın indirildiği toplum bunlardan sadece Kureyş lehçesini kullanmaktaydı. Çünkü o dönemde Mekke’de bulunan kabilelerin tamamı Kureyş kabilesine bağlıydı ve halk lehçe yönünden homojen bir yapıya sahipti (İbn Hişâm, I, 133-134). Dolayısıyla bu dönemde Kur’an’ın hangi lehçeyle okunacağı, nasıl telaffuz edileceği konusunda sorun teşkil edecek bir farklılık söz konusu değildi. Ancak Medine’ye hicretin ardından Kureyş lehçesi dışında farklı lehçeler kullanan Arap kabileleri ve (aslen Arap olmayıp Arapça’yı sonradan öğrenen) yahudi, hıristiyan, Habeşli, İranlı, Rum vb. birçok etnik ve dinî kökene sahip insanlar müslüman topluma dahil olunca bazı sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Bunların başında Kur’an metninde Kureyş lehçesine özgü bazı unsurların yer alması geliyordu. Tabiatıyla bu durum aynı lehçeyi konuşmayan diğer kabile mensuplarının hem Kur’an âyetlerini telaffuz etmede hem de mânasını kavramada sıkıntı çekmelerine yol açıyordu. Zira söz konusu kabile mensupları arasında çocuklar, yaşlılar, kadınlar, köleler ve hizmetçiler vardı ve bunların ilâhî mesajı doğru telaffuz etme, algılama ve anlama kabiliyetleri farklıydı. Bu sebeple Medine döneminde müslüman olanların Kur’an metnini aynı derecede okuyup anlamaları pek mümkün görünmüyordu. İşte ortaya çıkan bu ciddi problemi ve Kur’an’ın sadece Kureyş lehçesiyle okunmasının imkânsızlığını farkeden Hz. Peygamber, onun diğer bir kısım lehçelerle okunmasında da bir mahzur bulunmadığını bildirdi. Bu konuyla ilgili rivayetlerin birinde Allah Teâlâ’nın İslâm ümmetine Kur’an’ı “yedi harf” üzere okumalarına müsaade ettiği (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 274; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 22; Nesâî, “İftitâḥ”, 38; Müsned, V, 128) ifade edilmektedir. Bir başka rivayete göre sahâbeden bazıları arasında Kur’an’ın okunuşunda ihtilâflar meydana geldiği ve Allah resulünün, “Kur’an yedi harf üzere indirilmiştir, ondan kolayınıza geleni okuyun” diyerek söz konusu ihtilâfları çözüme kavuşturduğu (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 5, 27, “Tevḥîd”, 53, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Ḫuṣûmât”, 4; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 270) bildirilir. Yine Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinden Übey b. Kâ‘b’a “Ey Übey! Kur’an yedi harf üzere inzâl edilmiştir; hepsi de şâfidir (şifa kaynağıdır), kâfidir (yeterlidir)” buyurduğu (Nesâî, “İftitâḥ”, 38) nakledilmiştir.
Diğer taraftan Hz. Ömer’in Mekke’nin fethi sırasında müslüman olan sahâbîlerden Hişâm b. Hakîm’i namazda Furkān sûresini okurken işitip okuyuşunu yadırgadığı, namazını bitirince ona “Bu sûreyi sana bu şekilde kim okuttu?” diye sorduğu, Hişâm’ın da “Bana bunu Allah resulü okuttu” demesi üzerine onu alıp Hz. Peygamber’e götürdüğü ve Hz. Peygamber’in de her ikisini dinledikten sonra, “Muhakkak ki bu Kur’an yedi harf üzere indirilmiştir, ondan kolayınıza geleni okuyunuz” buyurduğu rivayet edilir” (Ebû Ubeyd, s. 334). Kur’an’ı Hz. Ömer’den farklı şekilde okuduğu anlaşılan Hişâm b. Hakîm aslen Kureyşli bir sahâbîdir (bk. Buhârî, VIII, 191). Dolayısıyla yedi harf ruhsatının sebep ve hikmetleri lehçe farklılığı ile sınırlı görünmemektedir. Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber’in, “Cibrîl bana Kur’an’ı ‘bir harf’ üzere okuttu. Ancak arttırması için müracaatta bulundum. Tekrar tekrar aynı müracaatımı yapıyordum, o da her seferinde arttırıyordu. Nihayet yedi harfe kadar çıktı” dediği zikredilmiştir (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 5; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 272). Huzeyfe’den nakledilen diğer bir rivayette de şu bilgi yer alır: “Cebrâil Allah’ın resulü ile Kubâ’da (Ahcârü’l-mirâ) buluştu. Resûlullah, ‘Ey Cibrîl! Ben ümmî bir topluluğa gönderildim ki, onların arasında erkek, kadın, köle, câriye ve hiç kitap okumamış yaşlı insanlar bulunmaktadır’ dedi. Bunun üzerine Cebrâil de, ‘Muhakkak ki Kur’an yedi harf üzere nâzil olmuştur’ diye cevap verdi” (Müsned, V, 400, 405-406).
Yedi harfle ilgili hadisler burada zikredilenlerden ibaret değildir. Zira yapılan araştırmalar bu konudaki hadislerin sayısının kırk altı olduğunu ve bunlardan otuz dört tanesinin herhangi bir tenkide tâbi tutulmayacak derecede sahih olduğunu ortaya koymuştur (Şâhin, s. 25). Bu da gösteriyor ki yedi harfle ilgili hadislerin çoğu muteber hadis kaynaklarında yer alan sağlam rivayetlerdir ve bunların hepsinde ortak olarak zikredilen “Kur’an yedi harf üzere nâzil olmuştur, ondan kolayınıza geleni okuyunuz” ifadesi tevâtür derecesine ulaşmıştır. Nitekim Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm ve Ebû Amr ed-Dânî gibi kıraat âlimleri de bu kanaati taşımaktadırlar (Ebû Ubeyd, s. 334; Hamed, s. 130). Ayrıca bu rivayetlerin pek çoğunda, birden fazla sahâbînin farklı okuyuşları sebebiyle duruma açıklık getirmesi için Hz. Peygamber’e başvurdukları, onun da Kur’an’ın yedi harf üzere indirildiğini bildirerek kolaylarına geldiği şekliyle okumalarını söylediği anlaşılmaktadır.
Yedi harfle ilgili rivayetler sadece Kur’an’ın yedi harf üzere indirildiği gerçeğini vurgulamakta ve bu husustaki kolaylığa dikkatleri çekmekte, ancak meselenin mahiyetini yeterince izah etmemektedir. Bu yüzden tefsir ve kıraat âlimleri bu hususta farklı görüş ve yorumlar ortaya koymuşlardır. Bazıları yedi harf Kur’an’ın okunmasıyla değil anlamıyla ilgilidir diyerek bununla kastedilen şeyin “nâsih, mensuh, umum, husus, mücmel, mübeyyen ve müfesser” yahut “emir, nehiy, talep, dua, haber, istihbar ve zecr” veya “va‘d, vaîd, mutlak, mukayyed, tefsir, te’vil ve i‘rab” ya da “helâl, haram, muhkem, müteşâbih, inşâ ve ihbar” gibi tefsir ilmiyle ilgili kavramlarla ifade edilen hususlar olduğunu belirtmiştir (Taberî, I, 64; İbnü’l-Cezerî, I, 24-25). Bazı âlimler yedi harften maksadın “yedi kıraat” olduğunu ileri sürmüş (Zerkeşî, I, 214-215); bazıları da yedi harfi “medlûlü müşkil mânası müteşâbih yani kendisiyle ne kastedildiği anlaşılmayan bir kavramdır” diye tarif etmiştir (Ebû Şâme, s. 93).
Yedi harf hakkında daha başka yorum ve yaklaşımlar da mevcuttur. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: 1. Yedi harf, yedi Arap kabilesinin kullandığı dildir (İbnü’l-Cezerî, I, 25). 2. Yedi harften maksat, aynı mânaya gelen çeşitli lafızların yedi vechidir. Bir başka ifadeyle eş anlamlı kelimeleri birbirinin yerine koyarak okuma yani “el-kırâe bi’l-ma‘nâ” (anlam merkezli okuma) tarzıdır (İbnü’l-Cezerî, I, 29-30; Zerkeşî, I, 220). Meselâ kaynaklara göre Enes b. Mâlik وَأَقْوَمُ قِيلًا (el-Müzzemmil 73/6) âyetini وَأَصْوَبُ قِيلًا şeklinde okumuş, itiraz vâki olduğunda da أَهْدَى، أَصْوَبُ، أَقْوَمُ kelimelerinin aynı mânaya geldiğini söylemiştir (Kurtubî, I, 48). Yine Hz. Ömer فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللّٰهِ (el-Cum‘a 62/9) âyetini فَامْضُوا إِلَى ذِكْرِ اللّٰهِ şeklinde, Abdullah b. Mes‘ûd da كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ (el-Kāria 101/5) âyetini كَالصُّوفِ الْمَنْفُوشِ ifadeleriyle okumuştur (Muḳaddimetü Kitâbi’l-Mebânî, s. 222). 3. Yedi harfle kastedilen Kur’an’ın şu yedi vechidir: a) Harekesi değişen ancak mânası ve sûreti değişmeyen vecih: Meselâ وَيَضِيقُ صَدْرِي (eş-Şuarâ 26/13) âyetindeki “kāf” harfini kırâat-i aşere imamlarından Ya‘kūb el-Hadrâmî’nin üstün harekeyle (mansup) okuması. b) Harekesi ve mânası değişen fakat sûreti değişmeyen vecih: Meselâ فَتَلَقَّى آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ (“Âdem rabbinden birtakım kelimeler aldı”, el-Bakara 2/37) âyetindeki آدَم kelimesinde “mîm” harfinin İbn Kesîr kıraatinde üstün harekeyle, “Rabbinden birtakım kelimeler Âdem’i kuşattı” anlamını ifade edecek şekilde okunması. c) Harfleri ve sûreti değişen fakat mânası değişmeyen vecih: الصِّرَاطَ kelimesinin Kunbül ve Ruveys kıraatlerinde السِّرَاطَ şeklinde "sîn" harfiyle okunması (Paluvî, s. 7 vd.) gibi. d) Bir kelimenin hem mâna hem sûretinin değişmesiyle meydana gelen vecih: وَطَلْحٍ مَنْضُودٍ (el-Vâkıa 56/29) âyetinin Hz. Ali’den nakledilen bir kıraatte وَطَلْعٍ مَنْضُودٍ şeklinde “ayn” harfiyle okunması gibi. e) Takdim ve tehir ile değişen vecih: وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ (Kāf 50/19) âyetinin İbn Mes‘ûd’dan rivayet edilen bir kıraatte وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْحَقِّ بِالْمَوْتِ şeklinde okunması (Süyûtî, I, 61) gibi. f) Ziyade ve noksanlıktan dolayı söz konusu olan vecih: وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (el-Leyl 92/3) âyetinin İbn Mes‘ûd ve Ebü’d-Derdâ’dan nakledilen bir kıraatte وَالذَّكَرَ وَالْأُنْثَى şeklinde okunması (Buhârî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 2) gibi. g) Aynı anlamı ifade eden kelimelerin birbirinin yerine konulması şeklindeki vecih: كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ (el-Kāria 101/5) âyetinin, yine İbn Mes‘ûd’dan gelen bir rivayette كَالصُّوفِ الْمَنْفُوشِ tarzında okunması (Muḳaddimetü Kitâbi’l-Mebânî, s. 222).
Bu görüş ve yaklaşımlardan hareketle kısaca yedi harfin fonetik farklılıklardan kaynaklanan müterâdif okumalar olduğu söylenebilir. Esasen söz konusu fonetik farklılıklar ile müterâdif okumalar birbirine paralellik arzetmektedir. Çünkü Kur’an Kureyş lehçesinin ses özelliklerine göre inerken farklı lehçelerin telaffuz sıkıntısı ortaya çıkınca Hz. Peygamber hem ilgili kimselerin söz konusu kelimeleri kendi lehçelerinde telaffuz etmelerine hem de müterâdifli okumalara izin vermiştir. Söz gelimi Hz. Peygamber Meryem sûresinin 12. âyetinde yer alan يَحْيَى kelimesini imâle ile okumuş ve ashaptan birinin, “İmâle ile okuma Kureyş kabilesinin dilinde mevcut değildir, siz bunu neye göre okudunuz?” demesi üzerine de “Bu bizim dayılarımız olan Benî Sa‘d’ın kullanımıdır” diye cevap vermiştir (Sehâvî, s. 598). Buna göre lehçelerin eda ve şive farklılığından doğan müterâdif okuma biçimleri (feth-imâle, hemz-teshîl, terkīk-tefhîm, nakil, med, idgam, işmam, sekte vb.) meydana gelmiştir. Bu yol açılınca da doğal olarak bir taraftan meselâ bir Kureyşli hemzeyi teshîl ile okurken bir Temîmli, bir Ukayllı, bir Esedli tahkīk ile okumuş; aynı şekilde Kureyşli “sâd”lı kelimeleri normal “sâd” sesiyle okurken bir Ukayllı ve bir Kayslı “sâd”ı “ze” ile işmamlı bir şekilde okumuştur (Dağ, s. 82). Hatta denildiğine göre Hüzeyl kabilesi mensupları حتَّى gibi kelimeleri عَتَّى şeklinde “ayn” harfiyle telaffuz etmişler, Esedliler de تَعْلَمُونَ yerine تِعْلَمُونَ okumuşlardır. Diğer taraftan da yine Hz. Peygamber’in izni gereği anlam merkezli müterâdif okumalar söz konusu edilmiştir. Meselâ طَعَامُ الْأَثِيم (ed-Duhân 44/44) âyetinde yer alan الأَثِيم kelimesini bir şahsın doğru telaffuz edemeyip âyeti her defasında hatalı okuması üzerine Ebü’d-Derdâ ona طَعَامُ الفَاجِر şeklinde müterâdifli olarak okumasını söylemiştir (Süyûtî, I, 149). Yine İbn Mes‘ûd إِنْ كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً (Yâsîn 36/29) âyetinde yer alan صَيْحَةً kelimesini زَقْيَةً şeklinde okumuştur (Muḳaddimetü Kitâbi’l-Mebânî, s. 222). Bu durumu ifade etmek için İbn Mes‘ûd’un şöyle dediği rivayet edilir: “Âyetlerde geçen حَكِيمٌ عَلِيمٌ ifadesini عَلِيمٌ حَكِيمٌ şeklinde yer değiştererek okumak yanlış değildir, yanlış olan, âyete ilâvede bulunmak yahut rahmet âyetini azap, azap âyetini de rahmete çevirerek okumaktır”(Ebû Şâme, s. 88).
İslâm âlimlerinin ortak kanaatine göre yedi harf, müslümanların Kur’an’ı okuyup anlamaları için Allah Teâlâ tarafından bahşedilmiş bir kolaylıktır. Hz. Peygamber yedi harfle ilgili bazı hadislerinde bu ruhsatın Kur’an’ı okuma ve anlama konusunda müslümanlar için kolaylık anlamına geldiğini ifade etmiştir. Tahâvî (ö. 321/933), Ebû Şâme el-Makdisî (ö. 665/1267) ve İbnü’l-Cezerî’nin (ö. 833/1429) içerisinde yer aldığı pek çok âlim de yedi harf ruhsatından maksadın kolaylık olduğunu ifade etmişlerdir. Bu kolaylık daha önce de ifade edildiği gibi Hz. Peygamber tarafından “fonetiklik” ve “müterâdiflik” temeline dayandırılıp formüle edilmiş; sahâbîler de bunu tatbik sahasına koymuşlardır (Çetin, s. 154-155).
Kur’an okumayı ve anlamayı kolaylaştırdığı ifade edilen yedi harf ruhsatının başlangıç zamanını kesin olarak tesbit etmek mümkün değildir. Çünkü bu konuda bize yol gösterecek herhangi bir bilgi ve rivayet yoktur. Ancak çoğunluk söz konusu ruhsatın, Medine döneminin son iki yılında verilmiş olabileceğini ileri sürmektedir. Nitekim yedi harf hadislerinde yer alan bazı ifadeler söz konusu iznin Medine’de verildiğini savunanların dayandıkları deliller arasında yer almaktadır. Meselâ bu görüşü savunanlara göre bir hadiste zikredilen “Benî Gıfâr gölcüğü” ifadesi söz konusu olayın Medine’de geçtiğini göstermektedir. Çünkü bu gölcük Medine’nin sınırları içerisinde yer almaktadır (İbn Hacer el-Askalânî, IX, 24-25). Huzeyfe hadisinde geçen “Ahcârü’l-mirâ” sözü de bu konunun delillerinden biridir. Zira bu sözle Kubâ kastedilmektedir, Kubâ da Medine civarında bulunan bir yerin adıdır. Ayrıca Übey b. Kâ‘b hadisinde yer alan “mescid” kelimesi de bu husus için delil niteliği taşımaktadır. Zira bu sözle de genellikle Medine Mescidi’nin kastedildiği ileri sürülmektedir.
İslâm âlimlerinin konuyla ilgili olarak tartıştıkları bir diğer mesele yedi harf ruhsatının ne zaman sonlandırıldığıdır. Kaynakların verdiği bilgilere göre bu hususta üç ayrı yaklaşım bulunmaktadır. 1. Yedi harf ruhsatı son arzada (bk. ARZA) neshedilmiştir. Bu anlayışa göre, her yıl ramazan ayında kendisine vahyedilen tüm âyetleri Cebrâil ile karşılıklı olarak okuyan Hz. Peygamber vefatından önceki son arzada Cebrâil’e Kur’an’ı başından sonuna kadar sadece Kureyş lehçesiyle okumuştur. Bundan sonra müslümanlar Kur’an’ı tek harf (lehçe, okuyuş) üzere okumaya başlamışlardır. 2. Yedi harf ruhsatı Hz. Osman’ın halifeliği döneminde hem kıraatte hem de yazımda birliği sağlamak amacıyla gerçekleştirilen istinsah faaliyetiyle birlikte ilga edilmiştir. Kur’an Hz. Ebû Bekir döneminde Zeyd b. Sâbit tarafından bir mushaf halinde cemedildiğinde yedi harfe göre düzenlenmişti. Çünkü o dönemde yedi harf ruhsatı hâlâ devam ediyordu. Ancak Hz. Osman müslümanlar arasında ortaya çıkan kıraat ihtilâflarını nihayete erdirmek amacıyla yedi harf ruhsatını sona erdirmiş ve tek bir okunuş/yazım biçimi geliştirmek istemiştir (Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 22-25, 33-34, 37; Ebû Şâme, s. 106; ayrıca bk. MUSHAF). 3. Bazı âlimlere göre yedi harf ruhsatı ilga edilmemiş olup hâlâ devam etmektedir. Ancak bu görüşte olanlar yedi harf ruhsatı içerisinde yer alan vecihlerin tamamının mı yoksa bir kısmının mı devam ettiği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre yedi harfle ilgili vecihlerin tamamı farklı kıraatler içinde yer almış (Ebû Şâme, s. 138, 143), bir kısmına göre de sözü edilen vecihler Hz. Osman mushaflarının hattına girebildikleri kadarıyla mevcudiyetlerini korumuşlardır. Yedi harfle ilgili vecihlerin tamamının devam ettiğini öne sürenlere göre sahâbe, istinsah edilen mushafların Hz. Ebû Bekir zamanında cemedilen nüshadan çoğaltıldıkları hususunda icmâ etmiştir. Cemedilen nüsha yedi harfi ihtiva ettiğine göre, Hz. Osman mushaflarının da yedi harfin tamamını içermesi gerekiyordu. Çünkü istinsah edilen nüshalarla daha önce cemedilen nüsha arasında hat (yazılış) bakımından hiçbir farklılık söz konusu değildi (Zürkānî, I, 176). Yedi harfin kısmen kıraatlere yansıdığını söyleyenler ise yedi harfle ilgili vecihlerin bazısının Hz. Osman’ın istinsah ettirdiği mushafların hattına uygun düştüğünü, bir kısmının ise muhalif olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz. Osman dönemindeki mushafların yazılışına (resmü’l-mushaf) aykırı olan kıraatler senedleri sahih olsa da terkedilmişlerdir. Çünkü kıraatlerde tevâtür şarttır, senedin sahih olması da bir kıraatin Kur’an’dan olduğunu göstermemektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḥrf” md.
Müsned, V, 128.
İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 205-246.
Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Feżâʾilü’l-Ḳurʾân (nşr. Mervân el-Atıyye v.dğr.), Dımaşk 1415/1995, s. 334.
Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, VIII, 191-192.
Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1422/2001, I, 13-21, 64.
Mekkî b. Ebû Tâlib, el-İbâne ʿan meʿâni’l-ḳırâʾât (nşr. Muhyiddin Ramazan), Dımaşk 1399/1979, s. 22-38.
Muḳaddimetü Kitâbi’l-Mebânî (Muḳaddimetân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân içinde, nşr. A. Jeffery), Kahire 1954, s. 222.
Alemüddin es-Sehâvî, Cemâlü’l-ḳurrâʾ ve kemâlü’l-iḳrâʾ (nşr. Mervân el-Atıyye – Muhsin Harâbe), Dımaşk-Beyrut 1418/1997, s. 598.
Ebû Şâme el-Makdisî, el-Mürşidü’l-vecîz (nşr. Tayyar Altıkulaç), Beyrut 1395/1975, s. 77-167.
Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Beyrut 1427/2006, I, 48, 71-80.
Zerkeşî, el-Burhân, I, 211-227.
İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 24-26, 29-30.
İbn Hacer el-Askalânî, Fetḥu’l-bârî (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Beyrut 1379, IX, 24-25.
Süyûtî, el-İtḳān, I, 61, 131-142, 149.
Hâmid b. Abdülfettâh Paluvî, Zübdetü’l-ʿirfân, İstanbul, ts. (Hilâl Yayınları), s. 7 vd.
M. Abdülazîm ez-Zürkānî, Menâhilü’l-ʿirfân, Kahire 1362/1943, I, 116-176.
Abdüssabûr Şâhin, Târîḫu’l-Ḳurʾân, Kahire 1966, s. 25.
Gānim Kaddûrî el-Hamed, Resmü’l-muṣḥaf, Bağdad 1402/1982, s. 129-152.
Abdurrahman Çetin, Kur’an-ı Kerîm’in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar: Oryantalistlerin Görüşleri, İstanbul 2005, s. 21-195.
Mehmet Dağ, Geleneksel Kıraat Algısına Eleştirel Bir Yaklaşım, İstanbul 2011, s. 31-91.