İSTÎNÂF - TDV İslâm Ansiklopedisi

İSTÎNÂF

الاستئناف
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
İSTÎNÂF
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2001
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/istinaf--belagat
İSMAİL DURMUŞ, "İSTÎNÂF", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/istinaf--belagat (28.11.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “yeni” anlamına gelen ünüf veya “bir şeyin başı, ucu, burun” mânasındaki enf kökünden türeyen isti’nâf kelimesi “yeniden başlamak, yenilemek, tekrarlamak” demektir. Meânî ilminde, öndeki cümlenin gerektirdiği ve bu cümlede gizli bulunan soruya cevap konumunda olması sebebiyle takip eden cümleyi arada vav bağlacı kullanmadan ayırmaya istînâf denir. Öndeki cümleye vav ile bağlanmayarak ondan ayırılmış olan ikinci cümle “isti’nâf” ve “müste’nefe” adlarıyla anılır. Açık soru ve cevap cümleleri arasında olduğu gibi gizli soruya cevap konumundaki istînâf cümlesiyle önündeki cümlenin arası da vav ile bağlanmaz. Diğer bağlaçların kelime ve cümleleri bağlama görevlerinin yanında “ta‘kīb, tertîb, terâhî, istidrâk, idrâb, tahyîr” gibi anlamlar içermesi, onların söz dizimi içerisindeki kullanım yerlerini belirleme kolaylığı sağlarken istînâfta vav bağlacının sadece bağlama vazifesi görmesi kullanım yerini tayinde güçlük çıkarır. Bu sebeple Abdülkāhir el-Cürcânî, hâlis bedevîlerle büyük edip ve şairlerin “vav”ın kullanım yerinde isabet edebileceklerini belirtir. “Vavın kullanımı konusundaki zorluğu ve edebî inceliği anlatmak üzere belâgatı, “Vavın kullanılacağı ve kullanılmayacağı yerleri bilmektir” şeklinde tanımlayanlar vardır. Vav bağlacının cümleler arasındaki kullanımıyla ilgili olarak meânî ilminde fasıl-vasıl ve istînâf konuları Arap belâgatının ince ve çetin meseleleri arasında yer alır.

İstînâf gizli sorunun türüne göre üçe ayrılır. İlk cümledeki gizli soru ondaki hükmün ya genel veya özel sebebi hakkındadır veya bunların dışında başka bir şeyle ilgilidir. Şu mısra genel sebeple ilgili istînâfa örnektir: قال لي كيف أنت۰قلت عليل ، سهر دائم وحزن طويل “Bana ‘nasılsın?’ dedi, ‘hastayım / sürekli uykusuz, devamlı tasadayım’ dedim.” Bu örnekte “hastayım” cevabından sonra, “Hastalığının sebebi nedir, niçin hastasın?” tarzında hükmün genel sebebiyle ilgili gizli bir soru bulunmaktadır. “Sürekli uykusuz, sürekli tasadayım” cümlesi bu soruya cevap durumundadır.

Hz. Yûsuf’un dilinden ifade edilen şu âyet özel sebeple ilgili istînâfa örnektir: وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ (Ben nefsime güvenemem, şüphesiz ki nefis daima kötülüğü emredicidir [Yûsuf 12/53]). İkinci cümle birinci cümlede gizli olan, “Nefsi temiz, güvenilir olduğu halde acaba Yûsuf nefsini neden temize çıkaramıyor ve ona güvenemiyor?” şeklindeki özel soruya cevap mahiyetindedir. Özel sebeple ilgili soruya cevap olan istînâf tekitli (إنّ), genel sebep hakkındaki soruya cevap durumundaki istînâf ise tekitsiz olur. Çünkü özel sebep tereddüt ve şüphe taşır, bunun pekiştirmelerle giderilmesi gerekir.

Hz. İbrâhim’in meleklerle konuşmasına dair şu âyet sebeple ilgili olmayan soruya cevap olan istînâfa örnektir: قَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ (Selâm ederiz sana dediler, selâm size olsun dedi [Hûd 11/69]). İkinci cümle, “Melekler Hz. İbrâhim’e selâm verince acaba o ne dedi?” tarzında sebeple ilgili olmayan soruya cevap durumundadır. Abdülkāhir el-Cürcânî burada görüldüğü gibi, Kur’an’da aralarında vav bulunmadan ve diyalog tarzında sıralanmış “kāle” (dedi) fiiliyle başlayan diğer cümlelerde de bu tür istînâfın söz konusu olduğu görüşündedir. Hz. İbrâhim ile onu ziyaret eden insan şekline girmiş melekler (el-Hicr 15/57-58; ez-Zâriyât 51/24-28), Hz. Mûsâ ile Firavun (eş-Şuarâ 26/23-31), Ashâbü’l-karye ile elçiler (Yâsîn 36/13-21) arasında geçen karşılıklı konuşmalar da buna örnek teşkil eder (Delâʾilü’l-iʿcâz, s. 240-242).

İlk cümlenin sonundaki ismin onu takip eden cümlenin başında tekrar edilmesiyle kurulan cümleler de istînâf cümleleridir: أحسنت إلى صالح، صالح حقيق بالإحسان (İhsanda bulunasın Sâlih’e / Sâlih ihsana lâyıktır). İkinci cümle birincide gizli, “Sâlih’e niçin ihsan edeyim, o buna lâyık mıdır?” şeklindeki soruya cevap durumunda olduğu için iki cümle vav ile bağlanmamıştır.

Bazan istînâf cümlesinin baş tarafı atılabilir. Bu durumda atılan kısma delâlet eden bir karîne bulunur. Fiili meçhul okuyan kıraate göre şu âyette ikinci cümlenin (istînâf) başından ”يسبّحه“ (onu tesbih eder) fiili kaldırılmıştır: يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ۰رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللهِ (O mescidlerde Allah’a sabah akşam tesbih edilir /... Kendilerini Allah’ı zikretmekten ne bir ticaretin ne de bir alışverişin alıkoyduğu kişiler [onu tesbih eder]. Nûr 24/36-37). Burada hazfin karînesi, önündeki cümlede gizli soruya cevap durumunda olması, dolayısıyla soru konumundaki ilk cümlenin başında yer alan ”يسبّح له“ (ona tesbih edilir) fiilinin cevap durumundaki istînâf cümlesinin başından düşmüş olan ”يسبّحه“ (ona tesbih eder) fiiline delâlet etmesidir. Çünkü genelde soru da cevabı da aynı fiile şâmil olur.

Kureyş’e akraba olduklarını ileri süren Esedoğulları’nı hicveden Hamâsî’nin şu dizesinde olduğu gibi bazan istînâf cümlesi tamamen kaldırılır ve yerinde kendisine delâlet eden bir cümle bulunur: زعمتم أنّ إخوتكم قريش ، لهم إلف وليس لكم إلاف (Kureyşliler’le kardeş olduğunuzu iddia ettiniz / Onların insanlara sevdirilmesi var, ama sizin yok). Burada asıl istînâf cümlesi ”كذبتم“ (yalan söylediniz) iken cümle kaldırılıp yerine o anlama gelen bir başka cümle konulmuştur. Bazan da bir karînenin delâletiyle yetinilerek istînâf cümlesi kaldırılır ve yerine herhangi bir şey konulmaz.

Meânî ilminde istînâf cümlesi söz arasında yer alır. Önünde mutlaka bir cümle ve bununla istînâf cümlesi arasında gizli bir soru-cevap ilişkisi bulunur. Nahiv ilminde istînâf cümlesi söz, kelâm, ibare, paragraf ve sûre başlarındaki cümlelere denildiği gibi, gizli soruya cevap teşkil etsin veya etmesin söz ortasında bulunup da önündeki cümle ile açık veya gizli ilgisi kesilen cümleye de denir. Bazı nahivcilere göre istînâfiyye cümlesi ibtidâiyye cümlesinin eş anlamlısıdır.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 80-81, 247.

Cürcânî, Delâʾilü’l-iʿcâz (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1404/1984, s. 231-242.

Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 252-253.

Kazvînî, el-Îżâḥ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, I, 255-260.

Şürûḥu’t-Telḫîṣ, Kahire 1937, III, 57-67.

Ebû Amr Muhammed b. Muhammed et-Tenûhî, el-Aḳṣa’l-ḳarîb fî ʿilmi’l-beyân, Kahire 1327, s. 68.

Teftâzânî, el-Muṭavvel, İstanbul 1286, s. 232-236.

İsâmüddin el-İsferâyînî, el-Aṭvel, İstanbul 1284, II, 14-17.

Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Bağdad 1403/1983, I, 100-103.

Y. Linant de Bellefonds, “Istiʾnāf”, , IV, 276.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 367-368 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER