https://islamansiklopedisi.org.tr/kani
1124’te (1712) Tokat’ta doğdu. Tahsilini memleketinde tamamladı. Genç yaşta nazım ve nesirdeki nükteli ifadesiyle çevresinde şöhret kazandı. Önceleri derbeder bir hayat sürerken Mevlevî tarikatına intisap ederek kırk yaşına kadar Tokat Mevlevîhânesi’ne bağlı kaldı. Sadâret makamına üçüncü defa tayin edilen Hekimoğlu Ali Paşa, Trabzon’dan Tokat yoluyla İstanbul’a giderken Kânî’nin yazdığı bir kasideyi (Edib Mehmed Emin, vr. 116a) beğenerek şeyhinin izniyle onu İstanbul’a götürüp (1168/1755) Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne yerleştirdi. Mizaç itibariyle serâzat bir kişiliğe sahip olan, dolayısıyla çalışma ortamının disiplininden sıkılan Kânî, Ali Paşa’nın aynı yıl sadâretten ayrılması üzerine divan kâtibi olarak Silistre’ye gitti. Bu vazifede uzun müddet kaldığı gibi özel kâtip olarak bir süre de Ulah beylerinin hizmetinde bulundu. Yanında çalışıp dostluğunu kazandığı Voyvoda Aleksandr ile birlikte göründüğü Bükreş Sinaia Müzesi’nde bulunan portresi de bunu belgelemektedir. Kânî, 1196’da (1782) Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa’nın daveti üzerine İstanbul’a döndü. Ancak burada saray âdâb ve teşrifatına uymaması ve paşaya ait bazı sırları açıklaması yüzünden idama mahkûm edildiyse de Reîsülküttâb Hayri Efendi’nin aracılığıyla kalebend olarak Limni’ye sürüldü. Bütün mallarına el konduğundan Limni’deki hayatı mahrumiyet içinde geçti. Ömrünün sonlarına doğru affedilerek İstanbul’a dönen Kânî 1206 Cemâziyelâhirinde (Şubat 1792) vefat etti ve Eyüp’te Feridun Paşa Türbesi’nin sağ tarafına gömüldü.
Zarif ve hoşsohbet oluşu dolayısıyla devrinde çok sevilen Kânî daha ziyade bir mizah üstadı olarak ün kazanmıştır. Bükreş’te iken sevdiği bir kızın kendisinden hıristiyan olmasını istemesi üzerine söylediği, “Kırk yıllık Kânî olur mu Yani” sözü deyim haline gelmiştir.
Kânî, yaratılış itibariyle şair olmadığı ve şiirlerini daha çok bilgi kuvvetiyle yazdığı için edebiyat tarihlerinde nazmından çok nesriyle yer edinmiştir. Mektuplarındaki ince nükte ve hicivlerle dolu ifadesi kendine has tabirlerle bezenmiş, zengin secilerle süslenmiştir. Yeğen Mehmed Paşa’ya hitaben yazdığı bir mektubu onun hiçbir kayıt tanımayan mizacını yansıtan en önemli belgelerden biri sayılır. Halk tabirlerinden de büyük ölçüde faydalanarak XVIII. yüzyıl Türkçe’sine geniş imkânlar kazandırdığı kabul edilen Kânî’nin münşeatı sanatkârane Osmanlı nesrinin önemli örnekleri arasında yer almaktadır. Hz. Peygamber için yazdığı na‘tlar dışında hemen bütün eserlerinde nükte, hiciv ve hezlden izler mevcuttur.
Eserleri. 1. Divan. Klasik Türk şiirinin geleneksel yapı ve muhtevası içinde fazla başarılı sayılmayacak örneklerden ibaret olan bu mürettep divanda “Hasbihal Kasidesi” gibi bazı sosyal içerikli manzumeler de yer almaktadır. İstanbul kütüphanelerinde çeşitli yazma nüshaları bulunan divanın Ahmed Yüsrâ b. Muhammed’in 1208 (1793-94) yılında istinsah ettiği bir nüshasını Reîsülküttâb Mehmed Râşid Efendi’nin teşvikiyle Vak‘anüvis Nûri Bey yeniden düzenleyerek yayımlamış (İstanbul 1222), ayrıca tenkitli metni Muhittin Eliaçık tarafından yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (bk. bibl.).
2. Münşeât. Letâif ve Hezliyyât adlarıyla da anılan ve 120 kadar mektuptan meydana gelen eser, döneminin ifade zenginliği ve üslûp özelliklerini yansıtan zarif nükteler ve hiciv örnekleriyle doludur. Daha sonraki çağlarda bazı inşâ kitaplarıyla antolojilere de girmiş olan bu örnekler belli bir tertipten uzak münşiyâne metinler olup XVIII. yüzyıla ait başka kaynaklarda rastlanmayan ayrıntılar içermektedir. Çağın örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayatından izler taşıyan mektuplar arasında özellikle üç tanesi oldukça meşhurdur. Bunlardan “Hirrenâme” adıyla bilinen metin mizah örneği olup bir kedinin ağzından sahibine hitaben yazılmıştır. Kânî’nin uykuya düşkün bir dostuna yazdığı ve başla ilgili atasözleri ve tabirlerle süslenmiş diğer mektubu da ünlüdür. Yeğen Mehmed Paşa’ya hitaben kaleme aldığı mektubunda ise döneminin edebiyat ve sanat muhitlerini tenkit eden önemli görüşleriyle kendi hayat tecrübeleri yer alır. Münşeât’ın değişik hacimlerdeki nüshaları çeşitli kütüphanelerde mevcuttur (meselâ bk. Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5878; İÜ Ktp., TY, nr. 1240, 3027, 5604, 5618; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3315, 3339). Eser hakkında Çukurova Üniversitesi’nde bir doktora ve bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.).
Bursalı Mehmed Tâhir, Kânî’nin Kur’an sûrelerinin adlarını anarak yazdığı biri Türkçe, diğeri Arapça iki inşâ örneğini zikreder (Delîlü’t-tefâsîr, s. 33-38).
BİBLİYOGRAFYA
Edib Mehmed Emin, Târih, İÜ Ktp., TY, nr. 3220, vr. 116a-b.
Fatîn, Tezkire, s. 352-353.
Yağlıkçızâde Ahmed Rifat, Lugat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye, İstanbul 1300, VI, 70.
Muallim Nâci, Esâmî, İstanbul 1308, s. 261-263.
Sicill-i Osmânî, IV, 74.
Bursalı Mehmed Tâhir, Delîlü’t-tefâsîr, İstanbul 1324, s. 33-38.
Osmanlı Müellifleri, II, 392-393.
Gibb, HOP, IV, 159 vd.
Halis Turgut Asarkaya, Tokat Vilayeti Meşhurları, Samsun 1949, I, 60-61.
Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 575.
Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 153.
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, İstanbul 1979, II, 751-752.
Önder Göçgün, “XVIII. Asır Klasik Türk Şiirinde Nüktedan Bir Şair: Tokatlı Kânî”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu (2-6 Temmuz 1986), Ankara 1987, s. 565-572.
Muhittin Eliaçık, Tokatlı Kânî Dîvanının Tenkitli Metni (yüksek lisans tezi, 1992), İÜ Ktp., nr. 20418.
H. Dilek Batislam, Kânî’nin Mensur Letâifnâmesi ve Hezliyyatı (doktora tezi, 1997), Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. V; ayrıca bk. tür.yer.
Durmuş Ali Çıraklı, Kânî’nin Manzum Letaifnâmesi: İnceleme-Metin (yüksek lisans tezi, 1998), Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 8-10.
Sabahattin Küçük, “Ebubekir Kânî Efendi’nin Hasbihali”, TK, sy. 262 (1985), s. 121, 128.
Kāmûsü’l-a‘lâm, V, 3819.
“Kânî”, İA, VI, 158-159.
J. R. Walsh, “Kānī”, EI2 (İng.), IV, 544.
Nuri Akbayar, “Kânî Ebûbekir Efendi”, TDEA, V, 145-146.