TİMAR - TDV İslâm Ansiklopedisi

TİMAR

Müellif: HALİL İNALCIK
TİMAR
Müellif: HALİL İNALCIK
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2012
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/timar
HALİL İNALCIK, "TİMAR", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/timar (28.11.2024).
Kopyalama metni

Türkçe’de dirlik (dirilik) ile eş anlamlı kullanılan timâr (tımar) kelimesi sözlükte “bakım, ilgi” anlamına gelir. Terim olarak, Osmanlı merkez vilâyetlerinde bir süvari birliğini ve askerî-idarî hiyerarşiyi desteklemek amacıyla yapılan ve tevarüs yoluyla geçmeyen tahsisatı ifade eder. Timar sistemi, imparatorluğun sadece askerî-idarî teşkilâtlanmasının temel direği olmakla kalmamış, aynı zamanda mîrî arazi sisteminin işleyişinde, köylü-çiftçilerin statüleri ve ödeyecekleri verginin belirlenmesinde ve imparatorluğun klasik çağında (1300-1600) tarımsal ekonominin yönetiminde esas belirleyici faktör olmuştur.

Timar sistemiyle ilgili belgeye dayalı ilk atıf Orhan Bey dönemine kadar gitmektedir. Osman Gazi tarafından kumandanlarına dağıtılan timarların daha çok yurtluk (apanaj) kabilinden veya Doğu Anadolu Türkmen devletlerindeki “tiyûl” ya da “ülke” şeklindeki yurt tarzında olduğu anlaşılmaktadır. Ülke veya yurt terimleri, Osmanlılar’ın yönetimine geçtikten sonra aynı bölgelerde kalıtsal yurtluklar için kullanılmaya devam etmiştir. Bununla birlikte Selçuklu yönetimindeki İran’da ve Memlük yönetimindeki Mısır’da bile Osmanlı timar sisteminin belirli temel özellikleri görülebilmektedir. İktâ sahibi tarafından savaş meydanına getirilecek yardımcı kuvvetlerin sayısı iktâının miktarıyla orantılıydı; bu, Osmanlı timar sisteminde ve daha öncesinde Bizans İmparatorluğu’nda da bulunan (pronoia) bir uygulamadır. Öyle anlaşılıyor ki Selçuklu yönetimindeki Anadolu’da apanaj tarzı timar ve aynı şekilde Osmanlı timarına benzer askerî tahsisat mevcuttu. Genel olarak belirtmek gerekirse nakit ekonomisi ve merkezî hazinenin gerektiği şekilde gelişmediği, ordunun büyük ölçüde süvarilerden oluştuğu bir devlette feodal sistem veya tahsis sistemi zorunlu biçimde ortaya çıkmaktadır. Süvarilerin ihtiyaçları böyle bir durumda ancak kırsal bir çevrede karşılanabilirdi ve devlet gelirlerinin ana kaynağı olmak üzere toprak mahsulünden alınan onda bir vergi yalnız yerel bir pazarda toplanabilir ve nakde çevrilebilirdi. Bu temel faktörlerin belirlediği feodal tahsis sistemi kadim İran, Bizans İmparatorluğu, Batı Avrupa, İslâm devletleri ve Türk-Moğol devletlerinde hâkim oldu. Osmanlı Devleti, muhtemelen birbirini izleyen genişleme dönemlerinde bu feodal sistemlerin her birinden bazı unsurları alıp kendine özgü bir timar teşkilâtlanması geliştirmiştir.

Genelde at ve silâh, profesyonel sipahi sınıfını vergiye tâbi ekonomik faaliyetlerle uğraşan halktan ayıran temel özelliklerdi. Bu iki sınıfın birbirine karışmaması son derece sıkı takip edilen bir esastı; bu husus toplumsal adalet düzeni ilkesi kabul ediliyordu. Osmanlılar, Balkanlar’da “pronoia” (baştina) sahibi profesyonel silâhlı süvari sınıfıyla karşılaşmışlardı ve onları, vergi ödeyen reâyâdan ayrı sipahiler veya askerî seçkinler diye kabul ederek sultana bağlı olmaları beklentisiyle kendi timarlı orduları içine hiçbir ayırımcılık yapmadan dahil etmişlerdi. Kısaca sipahi mesleği ve sınıfı, 1593-1606 yıllarında Avusturyalılar’a karşı yapılan savaş sırasında tüfek kullanan birliklere duyulan ihtiyacın maaşlı asker istihdamını zorunlu kılmasına kadar Osmanlı askerî sisteminin temel birimini oluşturuyordu. Kadim İran’da bilinen şekliyle silâhlı süvariler İran’da İlhanlı, Akkoyunlu ve Safevî ordularının seçkin birliklerini teşkil etmişti. Osmanlı timar sisteminde kullanılan “cebe, gecim” gibi hepsi Moğolca’dan geçen terimler mevcut etkinin ispatı şeklinde görülebilir. Osmanlı timar sisteminin daha sonraki gelişiminde Bizans’ın pronoia sisteminin etkisi aynı biçimde farkedilebilmektedir (timar, bakım kelimesi Yunanca’daki pronoia kelimesinin tam karşılığıdır). Öte yandan Osmanlılar, Memlükler’le doğrudan ilişkiye girdiklerinden iktâ sistemini de büyük bir ihtimalle biliyorlardı.

II. Murad döneminde hazırlanan timar icmal defterleri, Osmanlı timar sisteminin bütün temel ilkelerinin ve XVI. yüzyıl kanunlarındaki tasvirlerde görülen özelliklerinin daha o dönemde tamamen şekillendiğini gösterir. Tipik Osmanlı vilâyeti timar sisteminin yürürlükte olduğu bir yerdir. Gelirleri timar şeklinde dağıtılmayan vilâyetler (Mısır, Bağdat, Yemen, Habeş, Basra, Lahsâ, Cezayir, Trablusgarp ve Tunus) sâlyâneliydi. Beylerbeyi yönetimindeki bir vilâyet/eyalet, sancak beyi yönetimindeki sancaklara ve her bir sancak subaşı yahut zaîm kontrolündeki subaşılıklara veya zeâmetlere bölünmekteydi. Zaîmlerden biri seçilerek kendisine alay beyi unvanı verilir ve bu kişi sancak içindeki sipahilerle ilgili bütün işlerden sorumlu tutulurdu. Bunların hepsi bey unvanı taşıyan kumanda kademesinden görevlilerdi. Aslında sancak temel idarî veya askerî birimdi, fakat beylerbeyilik bölgesi sancakların eklenmesiyle yahut çıkarılmasıyla değişebilmekteydi. Bir sipahinin başlangıçtaki sancağında kalması temel bir kuraldı ve onun timarındaki değişiklikler sadece bu sancak içinde uygulanmak zorundaydı. Bir sancaktan diğerine nakil istisnaî bir durumdu. Genellikle mart veya nisan aylarında sefer mevsimi başladığında çeribaşılar zeâmetteki sipahileri toplayarak subaşıya katılırlardı. Ardından subaşılar sancak beyi ile buluşurdu. Sipahileri sancaklardan derleyip kumandası altında birleştiren beylerbeyi Ordu-yı Hümâyun’la buluşma yerine varmadan önce birliklerini teftiş ederdi.

Güvenilir bir kaynak olan İdrîs-i Bitlisî’nin Heşt Bihişt’i 1473’te timarlı Anadolu ordusunu 20.000, Rumeli ordusunu 24.000 civarında tahmin etmektedir. Bu rakamlara yardımcı kuvvetler durumundaki cebeliler dahil olmalıdır. 933-934 (1527-1528) tarihli resmî kayıtlarda timarlı ordu 37.521 kişi olarak verilmektedir. 37.521 timar sahibi içinden 9563’ü hisar eriydi (kale muhafızı), geri kalanlar seferlere katılan süvarilerdi (eşkinci). Timar sistemi uygulanmayan Mısır gelirleri dışarıda bırakıldığında kamu gelirlerinin hemen hemen yarısının timarlara tahsis edildiği ortaya çıkar. Her bir timar, zeâmet ve has sahibi, sefer için timarıyla orantılı sayıda cebeli veya tam teçhizatlı yardımcı atlı asker getirmek zorundaydı. Bir özet veren Ali Çavuş Kanunnâmesi 1063 (1653) tarihli ise de kaynakları 1560-1580 dönemine ait olmalıdır. Tablo II’deki rakamlar genelde cebelilerin sayısının timar sahiplerinin iki katına ulaştığını ima etmektedir. Timar sahiplerinin teçhiz edip toplanma yerine getirmek zorunda bulundukları cebelilerin tam sayısını belirlemek zordur. Kanunlara uygun şekilde 730 akçe gibi küçük timar sahibi bir cebeli sipahi bir cebe giymek zorundaydı; cebe genellikle metal plakalardan oluşan basit bir zırhtır. Ancak 3000 akçeyi geçtikten sonra cebeli bir bürüme, yani birbirine tutturulmuş çelik halkalardan oluşan ve anlaşıldığı kadarıyla daha pahalı ve işe yarar olan bir zırh-ceket giyebilirdi.

Timar teşkilâtlanmasında sınıflar işlev ve kalıtıma göre ayrıştırılmaktaydı. İşlevsel olarak timarlar temelde üç kategoriye ayrılmıştı: Has, zeâmet ve timar. Has (hâs; çoğulu havâs) iki türdür: Havâss-ı hümâyun ve havâss-ı vüzerâ (ümerâ). Prensipte padişaha ait olsa da aslında hazine içinde yer alan havâss-ı hümâyun gelirleri esasta diğer bütün kategorilerden ayrılmıştır. En zengin ve güvenilir gelir kaynakları bu kategori için tahsis edilmişti; fakat her zaman onları başka kategorilere kaydırmak mümkündü. Havâss-ı vüzerâ hükümet üyeleriyle vilâyet yöneticileri, sancak beyleri / mirlivâlar ve beylerbeyileri / mîr-i mîrânlar için ayrılmıştır. 835 (1432) tarihli Arvanid Defteri’nde timarlar sadece has ve timar olmak üzere iki sınıf şeklinde geçmektedir. Subaşıların tahsisleri timarın büyüklüğüne göre değil onların askerî hiyerarşideki konumlarına göre ya timar ya da has olarak adlandırılmaktaydı. İcmalde 20.000 akçe diye kaydedilen timarlara ancak daha sonraları zeâmet adı verilmiş, onlardan faydalananlara bey lakabı taşıyan kumanda kademesinde görevli kişi anlamında zaîm veya subaşı denmiştir. Bir zeâmet terfiler ve yükseltmelerle yapılan ilâvelerle 100.000 akçeye kadar çıkabilirdi. Sancak beyleri ve beylerbeyilerine tahsis edilen hassın 100.000 akçeden başladığı var sayılırdı. 1609 yılına doğru bir sancak beyinin en düşük hassı Eğilli bir Kürt beyine ait olan 96.750 akçe tutarındaydı; en yükseği ise 652.500 akçe tutarında Bosna’daki Klis sancağı hassı idi. Bir beylerbeyine ait en yüksek has Diyarbekir’e ait 1.200.660 akçe, en düşüğü Kıbrıs’a ait 600.000 akçe idi. İcmal defteri hazırlamakla yükümlü olan görevli her bir has ve zeâmet birimini öyle düzenlemişti ki söz konusu timarın bölümleri, köyleri veya hisseleri sancak veya zeâmet arazisinin çeşitli kısımlarına dağıtılmıştı. Dolayısıyla güvenlikten sorumlu sancak beyi veya zaîm sancak yahut zeâmetinin değişik kısımlarını bizzat dolaşmak ihtiyacı hissediyordu. Sıradan bir timardaki hisseler de farklı köylere dağıtılmıştı. Bu düzenleme, güvenliğin yanında devletin timar sahibinin köyü kendi kişisel mülküne dönüştürmesini önleme kaygısından doğmuş olmalıdır. Böylece haslar, zeâmetler ve timarlar beylerbeyilik sınırları içinde bir mozaik teşkil etmekteydi. Sancak beyi ve zaîm yetki alanlarında bulunan yerleri düzenli biçimde dolaşmak, suçluları kovuşturmak, meşrû hukukî süreci izleyerek kadıdan karar çıkarttıktan sonra onları cezalandırmak durumundaydı. Asker sefere çıkınca geride güvenlik amacıyla bir sipahi birliği bırakılırdı. Cezaî rüsûmun bu üç sınıf arasında bölüşülmesi sık sık ihtilâflara sebep olmuş ve devlet özel düzenlemelerle hisseleri paylaştırmaya çalışmıştır.

İcmal defterinde kayıtlı bir timar timara dahil köylerinkilerle uyumlu sınırlara sahip, “kılıç” adı verilen malî ve askerî bir birim oluşturmaktaydı. Aynı zamanda bu sınırlar içinde kayıtlı çiftçiler (hâne) hukuken timar sahibinin reâyâsıydı. İşlenmemiş ya da boş arazi ve timar dahilindeki diğer bütün doğal kaynaklar timar sahibi tarafından kullanılabilir, timar dışından başka çiftçileri getirerek buralara yerleştirebilirdi. Ödenmesi zorunlu olan bütün vergiler yeni bir tahrir yapılıncaya kadar timar sahibince toplanırdı. Dolayısıyla timar sahibi, bir veya daha fazla sayıda köye timar şeklinde sahip olduğunda bu bir timar ünitesi, timar toprağı diye nitelendirilebilirdi. Timar sahibine “sâhib-i arz” (sâhib-i raiyyet) denilirdi; çünkü buradaki arazi ve çiftçi üzerinde mîrî arazi ve reâyâ ile ilgili kanunlarda belirtilen şartları uygulamada tam yetkiye sahip tek kişiydi. Bu kanunları çiğnediği takdirde soruşturmaya tâbi tutulurdu ve hakkını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelirdi.

Kanun koyucu çift resmi ve ispence gibi kişisel vergileri sâhib-i raiyyete, öşrü ise işlenmiş arazi üzerinde hak sahibi olan sipahiye bırakmıştı. Toprağın ekilmemesi ve öşrün tahakkuk etmemesi durumunda sipahi çift bozan vergisi de alırdı. Çiftçinin toprağını terketmemesi gerekirdi. Timar sahibinin kaçan çiftçiyi on yıl (daha sonra on beş yıl) içinde geri getirme yetkisi vardı. Bu şart verimliliği sağlamak ve timar sahibinin gelirini güvence altına almak için konulmuştu. Ardından kanunlar bu alanda daha fazla serbestlik vermiştir. İlke olarak Osmanlı rejimi, çiftçinin emeğinin mahallî otoritelerce suistimal edilmesine ve askerî sınıflarla çiftçiler arasında kişisel ilişkilerin kurulmasına karşıydı. Reâyâ üretimle ilgili faaliyetlerini yapmakta serbestti ve timar sahibine kanunun belirttiğinden fazla veya kanuna aykırı vergi vermezdi. Bu anlamda Osmanlı köylüsü hürdü ve sipahi onu kendi istekleri doğrultusunda zorla çalıştıramazdı. Devletin sipahinin atına saman vermek, onun hassa çiftliğinde, inşaat işinde çalışmak, toplanan öşürlerin pazara götürülmesine yardım etmek gibi Osmanlı öncesi feodal sistemden kalma bazı angaryaları devam ettirdiği doğrudur. Ancak bu hizmetlerin çoğu Osmanlı sisteminde ücrete tâbi işlere dönüştürülmüştür. Bizans-Balkan bağlamında olduğu gibi Osmanlı timarı bir malî birimdi. İcmal defterinde her timarın sonuna konulan hâsıl (timar gelirinin ana toplamı) bizzat timara işaret etmekteydi.

Genelde timar sahibiyle köylüler arasındaki ilişki her an bozulmaya müsaitti. Çünkü her iki taraf kendi çıkarını gözetiyor veya yükümlülüklerinden kaçmak için çaba harcıyordu. Sipahi karşısında reâyânın hakları kanunnâmelerde ayrıntılı biçimde belirlenmiştir.

TABLO 1
933-934 (1527-1528) tarihli bütçedeki timarlara tahsis edilen gelirler (milyon akçe)
VilâyetToplam gelir
milyon akçe
Padişah hassı
oran
Evkaf ve emlâk
oran
Has; beyler ve sipahiler için zeâmet ve timarlar
oransayı
Rumeli198,24864617.288
Anadolu129,626175616.468
Karaman Dulkadır, Rum, Diyarbekir22,7316631.071
Suriye (Halep ve Dımaşk)51,84814382.694
Mısır135,48614
Toplam537,751123737.521
Ö. L. Barkan’ın, ’daki “Timar” maddesi esas alınmıştır.

TABLO 2
Sofyalı Ali Çavuş’a göre beylerbeyilik/eyalet başına kılıç veya timar birimleri ve cebeliler
BeylerbeyilikKuruluş tarihiSancak sayısıTimar sahiplerinin sayısıCebelilerin sayısı
1. Rumeli yakası13622410.18724.813
2. Bosna1580719805010
3. Budin13411728648136
4. Tımışvar155263102190
5. Anadolu139514861916.381
6. Karaman1468-1512725003500
7. Maraş (Dulkadır)1522428693631
8. Sivas (Rum)1413739374063
9. Trabzon yakası157825541446
10. Kefe15681
11. Diyarbekir (Âmid)151522401713.983
12. Şam15161112502750
13. Halep1516611502950
14. Erzurum15331156184382
15. Çıldır (Akhisar)1578135561444
16. Kars158068191681
17. Van15481312151785
18. Rakka ve Ruhâ (Urfa)1515711001400
19. Şehrizol (Şehrizor)1560 (?)19 (6)5902410
20. Musul (Mevsıl)5610 (?)2390 (?)
21. Trablusşam15165610 (?)2390 (?)
22. Bağdat1535209802520
23. Kıbrıs1570818003200
24. Cezâyir-i Bahr-i Sefîd15331323204680
Toplam
24856.455118.135

Osmanlı kanun koyucuları, sipahilerin sayısında istikrar sağlamak amacıyla timarların bölgesel ve malî birliğini koruyacak çeşitli önlemler almıştır. Her timar birimi (kılıç) icmal defterlerinde ayrı bir madde halinde kaydedilmiş ve bu birimler değiştirilmemeye çalışılmıştır. İcmal defterlerinde kabul gördüğü şekliyle timar teşkilâtının ve kılıç birimlerinin sayısını kontrol etmek için devlet belirli kurallar koymuştur. Defterde kaydedildiği şekliyle bir timar birimi hisse olarak parçalanamaz ve bağışlanamaz ya da bütün halinde bir başka birime katılamazdı. Bir sipahinin oğlu babası hayatta iken -istisnaî bazı durumlar hariç- timar sahibi olamazdı. Timarın bir oğula aktarılması (ferâğ) durumunda genelde sadece orijinal kılıç birimi verilirdi ve bir kılıç birimine birden fazla sipahi tasarruf edemezdi. Ancak II. Murad dönemi kayıtlarıyla daha sonraki kayıtlarda görüldüğü üzere uygulamada bir timar birden fazla sipahiye verilmiştir. Bu durumda sipahiler birlikte veya sırayla (benevbet) sefere çıkabilirlerdi. Müşterek uygulaması, timar bekleyenlerin baskısı ve devletin savaş meydanında daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyması neticesinde doğmuş olmalıdır. Osmanlı timar sisteminin Batılı feodal uygulamalardan farklı temel özelliklerinden biri miras yoluyla mirasçılara geçmemesidir. Bununla birlikte Osmanlı hukuku, erkek çocuğun ölen babasının timarının bir bölümüne başlangıç timarı oranında ya da erkek çocukların tamamının ortaklaşa babanın timarının bütününe hak sahibi olduklarını kabul etmekteydi; bu uygulamaya genellikle erken dönem kayıtlarında rastlanmaktadır.

İstimâlet (gönül kazanma) politikası gereği Osmanlılar fethedilen topraklarda timar sisteminin değiştirilen çeşitli şekillerini uygulamıştır. Meselâ Balkan fetihleri sırasında daha önceki pek çok pronoia sahibini bu pronoialarında Osmanlı timar sahipleri şeklinde devam ettirmiştir. Müslüman olma bir Osmanlı sipahisi için ön şart değildi. Hıristiyan timarlarının sayısı bazı sancaklarda toplam sipahilerin % 35’i gibi yüksek bir orana ulaşmıştı. Anadolu’da Karaman ve Dulkadır sancaklarında sipahi sınıfının üyeleri, Osmanlı hânedanına sadık kalmaya karar verdikleri her an timar bağışıyla ödüllendiriliyordu. Öyle anlaşılıyor ki Osmanlılar için sipahilik miras yoluyla geçebilen bir özellikti. Yerleşik askerî ailelerin çocuklarına ocakzade denilmekteydi (bk. OCAKLIK).

Yavuz Sultan Selim, kızılbaş ve Türkmenler’e karşı mücadelesinde sadakatlerini güvence altına almak amacıyla Diyarbekir beylerbeyiliğine bağlı dokuz Kürt sancak beyinin yurtluk arazilerindeki mülkiyet ve iç işlerinde bağımsızlık haklarını (ocaklık, hükümet) tanımış, daha küçük aşiret beyleri de zaîm kabul edilerek yurtluk ve ocaklık statüsü elde etmiştir. Onların zeâmet ve timarları aile üyeleri arasında miras yoluyla geçebiliyordu. Yurtluk-ocaklık sistemi diğer beylerbeyiliklerde de meselâ Van’da sekiz sancakta, Halep’te bir sancakta, Çıldır’da dört sancakta, Şehrizol’da bir sancakta ve Kuzey Irak’ta bazı yörelerde uygulanmıştır. Yurtluk-ocaklık statüsü Karaman (Konya) beylerbeyiliğindeki bazı Türkmen kabilelerine de tanınmıştır. Ocaklık-timarlar zamanla Bosna’da yayılmıştır. XVI. yüzyılın sonundan itibaren Avusturya ordusunun sürekli işgal tehdidi sebebiyle devlet, Bosna sipahilerinin timar veya zeâmetlerinin sadece erkek çocuklarına değil erkek çocuğun olmadığı durumda ailenin diğer erkek üyelerine miras yoluyla geçmesi yönündeki taleplerini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu timar sahibi aileler ocak diye tanınmakta ve onların timarlarına da ocaklık denmekteydi. Bu imtiyazın verilmesi kararı I. Ahmed dönemine kadar (1603-1617) geri gider; karar Sultan İbrâhim tarafından 1644’te teyit edilmiştir.

Serbest adı verilen başka bir timar kategorisi belirli dokunulmazlıkları ihtiva eder. Beylerbeyi, sancak beyi, alay beyi, zaîmler, çeribaşı (serasker), dizdar ve çavuş dahil yetkili kılındıkları alanda asayişin teminiyle vazifeli görevlilere ait bütün has ve zeâmetler bu sınıfa dahildi. Onlar para cezaları, evlilik vergisi ve kaçak kölelerin satışından elde edilen vergi gelirlerini başka otoritelerle paylaşmak zorunda değildi. Bütün yurtluk-ocaklık timarları da aynı dokunulmazlıklara sahipti. Arpalık, hükümet, ocaklık tipi timarlar ve zeâmetler, “mefrûzü’l-kalem” ve “maktûu’l-kadem” adı verilen bir yapıda belirli bir otonomiye sahip olmaları bakımından normal timar ve zeâmetlerden ayrılmaktaydı. Diğer bir ifadeyle suç işleyenlerin takibi ve para cezalarının toplanması söz konusu olduğunda onların bölgelerine ehl-i örfün karışmasına izin verilmezdi. Yaya, müsellem, yörük, akıncı ve voynuk gibi ocaklarda teşkilâtlanan grupların reislerine ve kalelerdeki kumandanlara ait timarlar ve zeâmetler de aynı şekilde arpalık sınıfına kaydedilmişti; çünkü reislik ancak grup içinde aktarılabilirdi. Kadı, imam, metropolit, papaz gibi din görevlilerine bağışlanan timarların da arpalık türünden olduğu anlaşılmaktadır; zira onlar hep aynı görevi aynı timarda devralmaktaydı. Osmanlı timarının yerel şartlara uyarlanmış diğer biçimleri mâlikâne, eşkincili, benevbet ve müşterek timarlardır. İlâve birliklere ihtiyaç duyan Fâtih Sultan Mehmed, yurt benzeri hak veya mülk arazisi sahiplerinden eşkincili adı verilen yardımcı asker teçhiz ederek kendi seferlerine göndermelerini istemiştir. Bunlar icmal defterlerine dahil edilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed aynı zamanda büyük ölçekli toprak reformu yapmış ve pek çok kullanışsız evkaf ve emlâk arazisini sipahilere yeni timarlar açmak için ortadan kaldırmıştır.

Timar büyüklüğünü temel alan bir düzenleme, timar sahibinin sefere birlikte getirmekle yükümlü tutulduğu teçhizat türü ve cebelülerin, yani tam teçhizatlı silâhlı atlıların ve oğlanların/gulâmların (genç devşirmeler) sayısını belirlemiştir. Daha 835 (1432) yılı civarında bu kanunlar tam olarak yürürlükteydi. Meselâ 1000 akçeden başlayan veya 2000 akçenin altında kalan bütün timar sahipleri seferde bir cebe ile hazır bulunmalıydı; 2000’e terfi ettirildiğinde ise aynı zamanda kendisiyle birlikte bir gulâm da getirmek zorundaydı. Oğlan bir sipahi tarafından yakalanmış ya da satın alınmış bir köleydi. Öyle görülüyor ki belirli bir hizmet süresi sonunda bir gulâm cebelü konumuna yükseltilirdi. Kaçak gulâmlar genellikle kaynaklarda zikredilmiştir. Basit bir sipahi, timarının her bir fazla 3000 akçesi için bir cebelü teçhiz etmek mecburiyetindeydi, ancak 20.000 akçe değerini aşan timar sahibi görevliler (subaşı ve daha yüksek rütbeliler), her bir 5000 akçe için bir cebelü getirirdi. Böylece Osmanlı sipahi ordusu bütünüyle silâhlı süvari gücünden oluşmaktaydı. Fakat Osmanlılar Türkmen, İranlı ya da Memlük silâhlı süvarileriyle karşılaştıklarında askerî üstünlüklerini genelde ateşli silâhlar ve toplarla sağlıyorlardı. 3000 akçeli timar sipahisi bir bürüme giymek ve kendisiyle birlikte bir cebelü, 5000 akçelik timar sahibi ise bir bürüme giymek ve bir cebelü, bir gulâm, bir de çadır getirmek zorundaydı. Zamanla sipahiler fakirleşti. Bir sipahi sefer için ihtiyaç duyduğu bütün ekipmanı ve yiyeceği yanına almak durumundaydı. Timarların değerindeki düşüş yanında gerekli ekipmanın fiyatının yüksekliği bir timarlının uzun mesafeli seferlere katılmasını imkânsız hale getirmiş ya da zorlaştırmıştır. 1584 sonrasında timarların değeri aynı kalmasına rağmen enflasyon % 100’e ulaşmıştır. Osmanlı arşiv kaynakları, sipahilerin gittikçe artan oranda köylülerden zorla vergi aldıklarını ve pek çoğunun haydut çetelerine katıldığını gösteren bilgiler içerir.

Reâyâ statüsünden birinin sipahi sınıfına girmemesine ve timar sahibi olmamasına son derece dikkat edilirdi. Ancak savaşçı olarak seferlere katılan reâyâ kökenli gönüllüler ve garip-yiğitlerle akıncılar ve kale garnizonu mensupları kumandanlar tarafından timar için tavsiye edilebilirdi. 1578-1618 arasında Avusturya ve İran’a karşı yapılan uzun seferler yüzünden adama olan ihtiyacın artması üzerine kumandanlar bu hususta daha hoşgörülü davranmış, binlerce Anadolulu Türk, Kürt ve diğer reâyâ imtiyazlı sipahi sınıfına dahil olma fırsatı bulmuştur. Dışarıdan sipahiliğe girenler hakkındaki şikâyetler daha Kanûnî Sultan Süleyman döneminde padişah fermanlarında dile getirilmiştir. Bunun ardından başvuranların sipahi kökenli olmasına yönelik sıkı kurallar konuldu. Timarların hukuken hak sahipleri yanında mülâzımlar, yani mâzuller, görevden alınmış sipahiler, timar almak ümidiyle sefere katılan sipahilerin çocukları da (eli-emirliler) vardı. Böylece timara hak iddia edenler sabırsız, kargaşa çıkarmaya meyyal ve her an merkezî hükümete karşı isyan hareketlerine katılmaya hazır bir grup teşkil ediyordu. Bütün bu kişiler ve rahatsız sipahiler 1416’da Şeyh Bedreddin Simâvî, 1511’de Şahkulu Baba Tekeli ve XVI. yüzyılda kızılbaş isyanları gibi ayaklanmalara katıldı. II. Bayezid ve Kanûnî Sultan Süleyman döneminde babalarından sonra tahta çıkmak için mücadele eden rakip Osmanlı şehzadeleri kendilerini destekleyenlere timar sözü vermişlerdi; nihayet 1593-1609’da Anadolu’daki Celâlî zümreleri de benzeri unsurlardan meydana geliyordu.

Bir kişinin elinden timarın alınmasının sebepleri arasında öncelikle sefere katılmama geliyordu. Beylerbeyi tarafından sefer sırasında yoklama yapılırdı ve katılmayanların kaydı devlet merkezine gönderilirdi. Ayn Ali bu kayıtların hangi timarların boş olduğunu belirlemek, çifte tahsis ve ihtilâfları önlemek için son derece önemli sayıldığını vurgulamıştır. Timarın kaybedilmesinin gerekçeleri arasında adam öldürme veya hırsızlık gibi büyük bir suç işlemiş ya da reâyâya karşı zalimane bir eyleme katılmış olma da vardır. Mâzul bir timarlı, tekrar timar hakkı elde edebilmek için mülâzemet maksadıyla beylerbeyinin kumandasında sefere iştirak etmek zorundaydı. Hakkını kaybettikten sonraki yedi yıl içinde seferdeki orduya katılmazsa bu kişi sipahiliği kaybeder ve vergiye tâbi basit bir reâyâ haline gelirdi. Dolayısıyla sipahilik tam mânasıyla kalıtsal değildi. Azil devlet tarafından, bekleyenlere yer açmak ve timar sahiplerini seferlere katılmaya teşvik amacıyla sıkça uygulanan bir yoldu. Bununla birlikte pek çok sipahi, timar gelirlerinin destekleyemeyeceği kadar pahalı ve uzun mesafeli seferlere katılma konusunda isteksiz davranıyordu. Padişahın iştirak ettiği 1596 tarihli önemli sefere katılmayan Anadolulu sipahiler sipahilik mesleğinden ebediyen atılmış, bu durum imparatorluk içinde büyük karışıklıklara yol açmıştır. Devletin kadro boşalmasını bekleyen pek çok sipahi için mülâzemet yoluyla rotasyon sistemi uyguladığını gösteren hiçbir delil yoktur. XVI. yüzyılın son on yıllarında çok yaygın olan rüşvet ve kayırmacılık yüzünden pek çok mâzul sipahi diğer isyancı gruplara katılmıştır. Ayrıca, Avusturya ordusunun giderek artan ateşli silâh gücüyle karşılaştıklarında savaş meydanında yetersizlikleri ortaya çıkan sipahiler seferlerde gittikçe artan oranda yeniçeri, sekban ve saruca paralı askerleriyle değiştirilmiş, bu sebeple timar sistemi gerilemiştir. Hükümet timar gelirinin büyük bölümünü merkezî hazineye ve başka yerlere kaydırmış, bunlar daha sonra sarayın tercih ettiği kişilere tahsis edilmiş maaşlara veya merkezdeki çavuş, müteferrika yahut kâtip gibi nüfuzlu kişilerin timar ve zeâmetlerine dönüşmüştür. 1030 (1621) yılı seferinde 2882 çavuş ve çavuş oğlu, doksan dört gedikli çavuş, 681 müteferrika ve müteferrika oğlu, 522 kâtibin timar sahibi olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu husus çok sayıda timarın sipahi ordusu dışındaki şahıslara gittiği yolundaki şikâyeti doğrulamaktadır.

TABLO 3
XVII. yüzyıl seferlerinde timarlı sipahiler
Beylerbeyilik/eyalet1025 (1616) seferi1030 (1621) seferi1065 (1655) seferi
Anadolu386434471897
Karaman814974639
Sivas12501558471
Rumeli463341572696
Diğer43064922349
Toplam14.86715.0586052

XVII. yüzyılın sonlarından itibaren timar sistemi giderek askerî fonksiyonunu iyice kaybetmeye başladı. Merkezî idare de timar gelirlerini hazineye aktarmaya yönelik yeni tedbirleri devreye soktu. 1127 (1715) Erzurum yoklamasında 2119 timar ya köylerin harap oluşu ya da sipahilerinin yoklamaya gelmemesi üzerine hazineye intikal ettirildi. Bu temayül hazinenin ihtiyaçları doğrultusunda daha da arttı. Bununla beraber sistemi ıslah yolunda bazı teşebbüsler yapıldı. I. Abdülhamid dönemindeki nizamnâme (1191/1777) bazı yenilikler getirdi. Suistimaller önlenmeye çalışıldıysa da bundan önemli bir sonuç elde edilemedi. 1206 (1791) tarihli nizamnâmede sancak dahilinde ikamete mecbur olmak, sefere katılmayanların timarlarına el koymak, alaybeylerini tevcihte öne çıkarmak, kadroları dondurmak vb. tedbirlere yer verildi. Fakat seferlerde bunlardan hiçbir fayda sağlanamayacağı kesinleşmiş gibiydi. Sistemin tasfiyesi de bu dönemde gündeme geldi. 1827’de Rumeli ve Anadolu’daki elli üç sancaktan 5200 kadar timarlı sipahi timar gelirleriyle birlikte Asâkir-i Mansûre süvarisi haline getirildi. Ancak timar gelirleri onların geçimlerini sağlamaktan uzaktı. Bunların tâlim için İstanbul’a celpleri önemli zorluklara yol açıyordu. Bu yüzden bir kısmı timarları ellerinden alınıp aylıklı haline getirildi. Emekli olmak isteyenlerin cebelü bedeli alınmak şartıyla timarlarına dokunulmadı. Bu gibi timarlılardan mahallî inzibat işlerinde yararlanılması düşünüldü. Tanzimat döneminin getirdiği yeni malî uygulamalar, inzibat görevlisi haline gelen timar sahiplerinin kendi bölgeleriyle alâkalarını iyice kesmişti. Son sipahinin vefatıyla timarlar tasfiye edilecekti. Bunların oğullarından yaşları müsait olanlar merkezde zâbit olarak yetiştirilecekti. Bu şekilde timar rejimi tarihe karıştı, timar topraklarıyla ilgili mahallî problemler ise Cumhuriyet dönemine miras kaldı.

Timar işleriyle ilgili merkezî örgütlenmede büroların başında mufassal ve icmal tahrir defterlerinin tutulduğu defterhâne gelir (bk. DEFTERHÂNE). Tahvil Kalemi tahvil tezkirelerinin (tahsis belgeleri) teslim edildiği bürodur. Hazırlanan tahvil tezkireleri Beylikçi Kalemi’ne sevkedilir, burada berat veya nişan düzenlenir ve kendisine tahsis edilen kişiye teslim edilirdi. Tahvil Kalemi’nin doksan bir defteri 1024-1335 (1615-1916) dönemini kapsar. İstanbul’da Osmanlı Arşivi’ndeki timar tahvil veya rûznâmçe defterlerinin sayısı II. Bayezid döneminden başlayarak 2000 civarındadır (Howard, , X/1 [1986], s. 11-18; Göyünç, , LX/227 [1996], s. 127-138).

Timar sisteminin temel kaynakları defter-i hâkānî kayıtları ve özellikle icmal defterleridir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Ankara 1992, s. 126-142, 186-230; Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kataloglar Rehberi, Ankara 1995, s. 118-123, 253-254). İcmal timar birimleri temelinde düzenlenmiş has, zeâmet ve timar sahipleri (icmallü) arasında gelirlerin paylaştırılmasını göstermek amacıyla düzenlenmiş defterdir. Osmanlı Arşivi’ndeki en eski icmal kayıtları II. Murad dönemine aittir (Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, nşr. Halil İnalcık, Ankara 1954). Timar tezkere defterlerinin bir örneği, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Defterler’i 17893 numarada yer almaktadır ve II. Bayezid dönemiyle ilgilidir. Yine Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Timar ve Zeâmet Tevcih Defterleri adıyla müstakil bir tasnif oluşturulmuştur (923-1079/1517-1668 dönemini kapsar). Arşivde Kâmil Kepeci (KK) tasnifinde de Dîvân-ı Hümâyun Tahvil Kalemi kısmında timar muâmelâtıyla ilgili defterler bulunmaktadır (Arşiv Rehberi, s. 52-69). Ayrıca aynı tasnifte ve Maliyeden Müdevver Defterler tasnifinde çeşitli adlarla kayıtlı timar muâmelâtıyla alâkalı birçok defter mevcuttur.


BİBLİYOGRAFYA

Hüdavendigâr Livası Tahrir Defterleri (haz. Ömer Lütfi Barkan – Enver Meriçli), Ankara 1988, I, tür.yer.

, tür.yer.

, II, 61-251.

, s. 267-271.

a.mlf., “Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri (haz. Osman Okyar – H. Ünal Nalbantoğlu), Ankara 1975, s. 1-32.

a.mlf., “Mâlikâne-Divânî Sistemi”, , II (1939), s. 119-184.

a.mlf., “Türkiye’de Servaj Var mıydı?”, , XX/78 (1956), s. 237-246.

a.mlf., “Timar”, , XII/1, s. 286-333.

Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1954, s. 137-184.

a.mlf., “The Problem of the Relationship of Byzantine and Ottoman Taxation”, Akten des XI. Internationalen Byzantinisten-Kongresses, 1958 (ed. Franz Dölger – Hans-Georg Beck), München 1960, s. 237-242.

a.mlf., “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsûmu”, , XXIII/92 (1959), s. 575-610.

a.mlf., “Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire 1600-1700”, , VI (1980), s. 283-337.

a.mlf., “Osmanlı Bürokrasisinde Aklâm ve Muâmelat”, , sy. 1 (1980), s. 1-14.

a.mlf., “Comments on ‘Sultanism’: Max Weber’s Typification of the Ottoman Polity”, Princeton Papers in Near Eastern Studies, I, New Jersey 1992, s. 49-72.

L. Fekete, Die Siyāqat-Schrift in der türkischen Finanzverwaltung, Budapest 1955, tür.yer.

Hazim Šabanović, Kragjiste Isa-Bega Ishakovic zbirni katarstarski popis iz, 1455 godine, Sarajevo 1964.

N. Beldiceanu – I. Beldiceanu-Steinherr, Recherches sur la province de Qaraman au XVI siècle, ètude et actes, Leiden 1968.

V. P. Mutafčieva – Str. Dimitrov, Sur l’état du système des timars des XVIIe-XVIIIe ss., Sofia 1968.

Klaus Röhrborn, Untersuchungen zur osmanischen Verwaltungsgeschichte, Berlin 1973.

Selami Pulaha, Defteri i regjistrimit të Sanxhakut të shkodrës i vitit 1485, Tirane 1974.

D. Bojanič, Vidin i Vidinskijat Sandjak pres 15-16 vek., Sofia 1975.

N. Beldiceanu, Le timar dans l’état ottoman, Wiesbaden 1980, s. 13-17, 102-104.

Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989, s. 288-297, 326-390.

Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul 1990-94, I-VIII.

Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi (haz. Midhat Sertoğlu), İstanbul 1992.

An Economic and Social History of the Ottoman Empire: 1300-1914 (ed. Halil İnalcık – D. Quataert), Cambridge 1994.

Nejat Göyünç, “Timar Tevcihleri Hakkında”, Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri (30-31 Mayıs 1994): Bildiriler, İstanbul 1995, s. 67-74.

a.mlf., “Timar Ruznâmçe Defterleri’nin Biyografik Kaynak Olarak Önemi”, , LX/227 (1996), s. 127-138.

D. Howard, The Ottoman Timar System and its Transformation, 1536-1656 (doktora tezi, 1987), Indiana University.

a.mlf., “The Life and Career of Ottoman Sipahi”, Aspects of Altaic Civilization (ed. D. Sinor), Bloomington 1990, III, 45-57.

a.mlf., “The BBA Ruznamçe Tasnifi: A New Resource for the Study of the Ottoman Timar System”, , X/1 (1986), s. 11-18.

a.mlf., “The Historical Development of Ottoman Imperial Registry (Defter-i Hakanî)”, , XI (1988), s. 213-230.

a.mlf., “Ottoman Administration and the Tîmâr System: Ṣûret-i Ḳânûnnâme-i ‘Os̱mânî Berây-ı Timâr dâden”, , XX (1996), s. 46-124.

N. Moačanin, “The Complex Origins of the Bosnian Ocaklık Timar”, Halil İnalcık Armağanı-I (haz. Taşkın Takış – Sunay Aksoy), Ankara 2009, s. 142-167.

Mustafa Akdağ, “Timar Rejiminin Bozuluşu”, , III/4 (1945), s. 419-429.

Hamid Hadžibegič, “Rasprova Ali Čauša iz Sofije timarskoj organizaciji u XVII stoljecu”, Glasnik Zemaljkog Muzeja, II, Sarajevo 1947, s. 39-205.

V. P. Mutafčieva, “Sur la caractère du tīmār ottoman”, , IX (1959), s. 55-61.

Nedim Filipoviç, “Bosna Hersek’te Timar Sisteminin İnkişafında Bazı Hususlar”, , XV (1954), s. 154-188.

a.mlf., “Ocaklık Timars in Bosnia Hertzegovina”, , XXX (1986), s. 149-180.

M. Tayyip Gökbilgin, “Kanunî Sultan Süleyman’ın Timar ve Zeâmet Tevcihi ile İlgili Fermanları”, , sy. 22 (1968), s. 37-43.

İlhan Şahin, “Timar Sistemi Hakkında Bir Risale”, a.e., sy. 32 (1979), s. 906-935.

V. Boškov, “Ein Nišan des Prinzen Orhan”, , sy. 71 (1979), s. 127-152.

I. Beldiceanu-Steinherr, “Loi sur la transmission du timar (1536)”, Turcica, XI, Paris 1979, s. 78-102.

a.mlf. v.dğr., “La crimée ottoman et l’institution du timar”, , XXXIX (1979), s. 523-562.

Zeki Arıkan, “Hamid Sancağındaki Timar Düzenine İlişkin Araştırmalar”, , XII (1982), s. 101-111.

G. Veinstein, “L’hivernage en campagne, à propos des sipahi de Rumelia en 1559-1560”, , LVIII (1983), s. 109-148.

C. Römer, “Drei Urkunden Murāds III. Zu Timārangelegenheiten”, , sy. 12 (1992), s. 289-306.

Halil Sahillioğlu, “Ze’âmet”, , XIII, 477-479.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 168-173 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER