https://islamansiklopedisi.org.tr/ustuvani-mehmed-efendi
17 Muharrem 1017 (3 Mayıs 1608) tarihinde Şam’da doğdu. XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde önemli bir fikir hareketi olarak ortaya çıkıp daha sonra tasavvufla fıkıh erbabı arasında ciddi tartışma ve kavgalara yol açan, İbn Teymiyye mektebinin etkisinde kalan Kadızâdeliler hareketinin Kadızâde Mehmed Efendi’den sonra ikinci önemli lideridir. İlk eğitimini Şam’daki Ümeyye Camii’nin âlim ve mollalarından aldı. Şemseddin el-Meydânî ve Necmeddin el-Gazzî’den Şâfiî fıkhıyla ilgili dersler gördü. Arapça ve mantık derslerini Abdurrahman el-İmâdî, Abdüllatîf b. Hasan el-Câlikī, Ömer b. Muhammed el-Kârî, Yûsuf b. Ebü’l-Feth ed-Dımaşkī gibi hocalardan okudu. Muhibbî onun hadis derslerini de o sırada Şam’a gelen Ebü’l-Abbas el-Makkarî’den aldığını yazar (Ḫulâṣatü’l-es̱er, III, 387). Daha sonra öğrenimini tamamlamak için Kahire’ye gitti. Ezher’de ve diğer medreselerde Burhâneddin İbrâhim el-Lekānî, Nûreddin el-Halebî, Abdurrahman el-Yemenî ve Şemseddin el-Bâbilî gibi hocaların derslerine devam etti. Kahire’de ne kadar kaldığı belli değildir, ancak 1039’da (1629-30) Şam’da olduğuna dair kayıtlar vardır. Şam’da iken bilinmeyen bir sebeple hocası Necmeddin el-Gazzî ile arasında çıkan ihtilâf yüzünden İstanbul’a gitmeye karar verdi. Bazı Osmanlı tarihlerinde bir kişiyi öldürdüğüne ve düşmanlarının kendisinden intikam alacakları korkusuyla buradan ayrıldığına dair rivayetler bulunmaktadır.
İstanbul’a deniz yoluyla giderken Fransız korsanları tarafından kısa bir süre esir alındı. Kurtulduktan sonra İstanbul’a ulaştı ve orada yerleşti. Benimsediği Selefî Hanbelî mezhebini değiştirip Hanefîliğe geçti. Vefatına kadar Hanefîlik hakkında çalışmalar yaptı ve bu mezhebin meşhur bir vâizi oldu. İstanbul’daki ilk görevi Ayasofya Camii vâizliğidir. Burada ders verirken sırtını bir mermer sütuna dayadığından kendisine “Üstüvânî” lakabı verilmiştir. Etkili vaazları sarayda hizmet gören helvacı, bostancı, baltacılar ve Enderun halkı tarafından takip ediliyordu; giderek sarayda bir çevre edindi. IV. Mehmed’in hocası Reyhan Efendi’nin himayesinde saraydaki Has Oda’da vaaz vermekle görevlendirildiği için halk arasında padişah şeyhi unvanını kazandı. Vaazlarında sürekli biçimde Kadızâde Mehmed Efendi’nin görüşlerini anlatıyordu. Bu çabaları sonucunda Sultan Ahmed Camii vâizliğine tayin edildi. 1063 (1653) yılında hacca gitti. Hac dönüşü Veli Efendi’nin ölümüyle Fâtih Camii vâizliğine getirildi. Bu esnada saray üzerindeki gücü arttı, siyasî ve idarî kararlarda danışma mercii haline geldi.
Kendi düşüncelerine uygun kimseleri gerekli yerlere tayin ettirdi. Bu gücüne dayanarak tasavvuf çevrelerini hedef aldı. Onun görüşünü benimseyen vâizler vaazlarında üslûplarını iyice sertleştirdiler. Bunlardan Çavuşoğlu bir vaazında Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin, “Mescidde riyâ-pîşeler etsin ko riyâyı / Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî” beytini okuyup, “Ey ümmet-i Muhammed! Her kim bu beyti okursa kâfir olur, zira bu beyit küfürdür” diyerek şeyhülislâmı tekfir etti. Kadızâdeliler 1061’de (1651) İstanbul’da tekkeleri basarak bid‘at diye niteledikleri bu kurumları ortadan kaldırmak için Vezîriâzam Melek Ahmed Paşa üzerinde baskı kurdular; ondan bir buyruldu ve Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi’den fetva aldılar. Demirkapı yakınlarındaki Halvetî Tekkesi’ni yakma girişiminde bulundularsa da Samsoncubaşı Ömer Ağa’nın müdahalesiyle bunu gerçekleştiremediler. Durumun ciddiyetini anlayan Bahâî Mehmed Efendi çıkardığı fetvayı iptal etti, ardından Üstüvânî Mehmed Efendi’yi nasihat amacıyla yanına çağırttı. Ancak Mehmed Efendi korkup saklandı ve sadrazama sığınarak kendisinden yardım istedi. Sadrazamın devreye girmesiyle Bahâî Efendi meseleyi İstanbul Kadısı Esad Efendi’ye havale etti; vâizlerin uyarılmasını ve sûfîlere bir daha saldırıda bulunulmamasını temin etti. Bu arada Kürd Molla diye bilinen Mehmed Efendi ile Tatar İmam diye anılan Kefevî Hüseyin Efendi, İmam Birgivî’nin Tarîkat-ı Muhammediyye’sini içinde yer alan bazı fikirlerin boş ve geçersiz olduğu söyleyerek eleştirdiler. Hatta Kefevî Hüseyin Efendi bu konuda bir risâle yazıp Üstüvânî Mehmed Efendi’yi tartışmaya çağırdı. Üstüvânî bu öneriyi kabul etmedi ve bunların yakalanıp idam edilmesi için siyasî nüfuzunu kullanmayı tercih etti. Yapılan baskılar sonucunda Kefevî Hüseyin Efendi’ye risâlesini imha etmesi tembihlendi.
Mehmed Efendi’nin gücü Çınar Vak‘ası’na (Vak‘a-i Vakvakıyye) kadar sürdü (4 Mart 1656). Bu olayda sarayda nüfuz sahibi olan taraftarlarının çoğunu kaybetti. Köprülü Mehmed Paşa’nın sadâreti sırasında patlak veren Kadızâdeli hareketi Mehmed Efendi’nin İstanbul’dan uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Nitekim Fâtih Camii’nde bir grup Kadızâdeli ile sûfîler arasında kısa bir kavga olmuş, Kadızâdeliler, bid‘at ve hurafeden arınmış bir dinle İstanbul’u peygamber dönemindeki Medine haline getirmek amacıyla halkı emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker vazifesine çağırarak tekkelerin kaldırılması için harekete geçmiştir. Bunu haber alan Köprülü Mehmed Paşa gönderdiği din âlimleri vasıtasıyla onları ikna etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı; bunun üzerine topladığı ulemâ meclisinde fitneye yol açanların cezalandırılması gerektiğine dair bir fetva, IV. Mehmed’den de suçluların yakalanıp idam edilmesi için ferman aldı ve olayın fâillerinden adı öne çıkan Üstüvânî Mehmed Efendi ve iki arkadaşı Türk Ahmed ile Divane Mustafa Kıbrıs’a sürüldü. Ancak Üstüvânî kısa bir sürgün hayatının ardından aynı yıl içerisinde memleketi Şam’a döndü (1067/1656). Hayatının geri kalan kısmını burada geçirdi. Ümeyye Camii’nde Kur’an öğretip vaaz etti. Daha sonra Selimiye Medresesi’ne geçti. Ardından Şam Bîmâristanı mütevelliliğine tayin edildi. Suûdî b. Muhammed el-Gazzî tarafından yürüttüğü Ümeyye Camii hatipliği vazifesinden uzaklaştırıldı. Azline çok üzüldü ve bunun etkisiyle hastalanarak 16 Muharrem 1072’de (11 Eylül 1661) Şam’da vefat etti ve Ferâdis Mezarlığı’na gömüldü.
Kuvvetli bir vâiz olduğu anlaşılan ve taraftarlarınca “Sultânü’l-vâizîn” diye anılan Üstüvânî Mehmed Efendi’nin günümüze herhangi bir eseri ulaşmamıştır. Kendisine izâfe edilen Üstüvânî Risâlesi (Kitâb-ı Üstüvânî) adlı eser (Kazan 1802) ölümünden sonra ismi bilinmeyen bir öğrencisi tarafından kaleme alınmıştır. Bu risâlede imanın ve İslâm’ın şartlarına dair konular açıklanmaktadır. Eser sade bir Türkçe ile yazılmıştır. Risâlesinin “Şirk” bölümünde onun sert, katı ve kesin hükümlerinin izleri açıkça görülür. Tasavvufa karşı hoşgörüsüz anlayışı yanında evliya kabirleri ve yatırlardan medet umulmasının bid‘at olduğuna dair görüşleri de burada yer alır. “Devir, Raks ve Teganni Beyanındadır” adlı bölümde bunun da bid‘at sayıldığı yolundaki görüşlerini Selef âlimlerinin fikirleriyle destekler: “Sema yani türkü ırlamak ve onu dinlemek, dahi raks, öyle raks ki zamanımızda sûfîlik davasında olan kimseler işlerler, haramdır. Onların meclisinde oturmak câiz değildir ve dahi raks eylemek ve türkü ırlamak zurna ile beraber günahtır.” Vaazlarında ikna edici deliller getiren Üstüvânî halkın ve ulemânın önemli bir kısmı üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Muhibbî, Ḫulâṣatü’l-es̱er, III, 386-389.
Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, III, 1290-1294, 1296; IV, 1708-1710.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 359-364.
Necati Öztürk, Islamic Orthodoxy Among the Ottomans in the Seventeenth Century with Special Reference to the Qadi-Zade Movement (doktora tezi, 1981), Edinburgh University, s. 214-227.
Semiramis Çavuşoğlu, The Kadızadeli Movement: An Attempt of Şeri’at-Minded Reform in the Ottoman Empire (doktora tezi, 1990), Princeton University, s. 108-117.
Hüseyin Akkaya, “XVII. Yüzyıl Osmanlı Devletinde Görülen Fikir Hareketlerinde Kadızâdeliler-Sivasîler Tartışması”, Osmanlı, Ankara 1999, VII, 170-177.
Hüseyin Yurdaydın, “Türkiye’nin Dinî Tarihine Umumî Bir Bakış”, AÜİFD, IX (1961), s. 109-120.
a.mlf., “Üstüvanî Risalesi”, a.e., X (1962), s. 71-79.
Ahmet Yaşar Ocak, “XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Dinde Tasfiye (Püritanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: Kadızâdeliler Hareketi”, TKA, XVII-XXI/1-2 (1983), s. 208-223.
M. C. Zilfi, “The Kadızadelis: Discordant Revivalism in Seventeenth-Century Istanbul”, JNES, 45/4 (1986), s. 251-269 (makalenin tercümesi için bk. “Kadızâdeliler: Onyedinci Yüzyıl İstanbul’unda Dinde İhya Hareketleri” [trc. Hulusi Lekesiz], Türkiye Günlüğü, sy. 58, Ankara 1999, s. 65-79).
Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyılda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından Sivâsîler – Kadı-zâdeliler Mücâdelesi”, İLAM Araştırma Dergisi, III/1, İstanbul 1998, s. 37-72.