YEMİN - TDV İslâm Ansiklopedisi

YEMİN

اليمين
YEMİN
Müellif: ERTUĞRUL BOYNUKALIN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2013
Erişim Tarihi: 01.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/yemin
ERTUĞRUL BOYNUKALIN, "YEMİN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yemin (01.12.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “sağ el, sağ taraf, gerçek, ant, kuvvet, bereket” anlamlarındaki yemîn (çoğulu eymân), terim olarak bir kimsenin kararlılığını pekiştirmek ve başkalarını ikna etmek amacıyla söz ve beyanını Allah’ın adını veya bir sıfatını zikrederek kuvvetlendirmesini ifade eder. Kelimenin kök anlamından hareketle, karşılıklı söz verme durumunda tarafların sağ ellerini kullanmaları sebebiyle yeminin bu anlama geldiği zikredilir. “Vallahi şu işi yaparım”; “Vallahi şu işi yapmam”; “Vallahi borcumu ödedim” gibi ifadeler için Arapça’da yeminin yanı sıra kasem kelimesi de kullanılır. “Bölmek” anlamındaki kasm kökünden türeyen kasemin yemin anlamını kasâme kelimesinden aldığı söylenmiştir (bk. KASÂME). “İttifak ve dostluk yemini” anlamındaki hilften gelen half/halif ile kasem kelimesi yeminle eş anlamlı olsa da fıkıhta half yemin gibi yaygın bir terim haline gelmemiştir. Fıkıh kitaplarında ahid, mîsak, şehâdet ve azim gibi kelimelerin de yemin anlamında kullanıldığı belirtilmekle birlikte bunların örf ve niyete bağlı kullanımlar olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde adak (nezir) ifade eden sözler de niyete göre yemin anlamına gelebileceği gibi, bir kimsenin bir işi yapıp yapmama konusundaki kararlılığını boşama (talâk) ve köle âzadı (i‘tâk) gibi dinî veya hukukî sonuç doğuran bir şarta bağlamak suretiyle kuvvetlendirmesi de yemin diye nitelendirilir. “Senin evine girersem karım boş olsun, kölem âzat olsun, şu kadar sadaka vermek üzerime vâcip olsun” gibi ifadeler böyledir. Ancak bu tür yeminde şartın gerçekleşmesiyle şarta bağlanan şeyin kendiliğinden mi gerçekleşeceği veya niyete bakılarak yemin kefâreti mi ödeneceği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde yemin kelimesi sözlük ve terim anlamlarıyla birçok yerde geçtiği gibi hilf ve kasemle aynı kökten türeyen kelimeler de çoğu yerde yemin anlamında kullanılmıştır (, “ḥlf”, “ḳsm”, “ymn” md.leri; , “ḥlf”, “ḳsm”, “ymn” md.leri). Yine Kur’an’da gerek Allah’ın zâtına gerekse yaratıklarına birçok yerde yemin edilmiştir (Kur’an’da yemin için bk. AKSÂMÜ’l-KUR’ÂN). Ancak âlimler yaratılmış şeyler üzerine yemin etmenin yalnız Allah’a mahsus olduğunu, kulların Allah’tan başka bir şey üzerine yemin etmemesi gerektiğini belirtmişlerdir.

Yemin Lafızları. “Yemin edecek kişi Allah dışında hiçbir şey üzerine yemin etmesin” (Nesâî, “Eymân”, 4); “Allah dışında bir şey üzerine yemin eden kimse şirk koşmuştur” (, II, 34); “Allah atalarınızın üstüne yemin etmenizi yasaklamıştır” (Buhârî, “Eymân”, 4; ayrıca bk. Müslim, “Eymân”, 1-6; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 3-5; Nesâî, “Eymân”, 1-12) gibi hadisler gereği yemin “vallahi, billâhi, tallahi”; “rahmâna yemin olsun ki”; “canım elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki”; “Allah’ın kudreti üzerine yemin ederim ki” ifadeleriyle yapılır. Allah’ın kelâm sıfatından kaynaklandığı için Kur’ân-ı Kerîm üzerine yemin de geçerli sayılmış, Allah’ın isim ve sıfatlarından rab, mevlâ, melik gibi insanlar için de kullanılabilenler üzerine yemin etmenin geçerliliği ise bazı âlimlerce niyete bağlanmıştır. Fakihlerin çoğunluğu, yemin için söylenen kelimelerden ziyade örf ve niyeti esas aldığından meselâ, “Yemin ederim, şehâdet ederim, üzerime andolsun” gibi sözleri de yemin saymıştır. Hadislerden hareketle fakihler anne, baba, oğul, peygamber, melek, namaz, oruç, Kâbe, zemzem, mezar, minber vb. şeyler üzerine yemin etmeyi haram veya mekruh kabul etmiş, Resûl-i Ekrem ve diğer peygamberler üzerine yapılan yemin ise bazı fakihlerce geçerli görülmüştür. Hz. Peygamber’in bir muhatabının babası üzerine yemin ettiğine dair rivayet ise (Müslim, “Îmân”, 9) yasaktan önce olduğu, yemin kastının bulunmadığı gibi gerekçelerle te’vil edilir. Ayrıca talâk, i‘tâk, küfür gibi neticeler doğuran bir şarta ta‘lik yoluyla da yapılabilir. “Şöyle yaparsam kâfir olayım, yahudi olayım, hıristiyan olayım” gibi ifadeler Hanefîler’le Hanbelîler’in çoğunluğuna göre yemin kabul edilirken Mâlikî ve Şâfiîler’le Hanbelîler’in bir kısmına göre yemin kabul edilmez. Küfür amacı taşımadığı sürece kişi bu sözlerle dinden çıkmış sayılmasa da çoğunluğa göre günah işlemiş olur. Bazı fakihlere göre ise bu lafızlarla kasten yalan yere yemin edilmesi küfre yol açar. “İslâm’dan başka bir din üzerine kasten yalan yere yemin eden kimse o dediği gibi olur” hadisi (Buhârî, “Eymân”, 7) bu konuda delil gösterilmiştir. Bir hususu küfrü gerektirmeyen bir günaha ta‘lik etmek ise ittifakla yemin sayılmaz. Fıkıh kitaplarında hangi ifadelerin yemin kabul edileceği ve niyetin rolüyle ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

Yemin Çeşitleri. Yeminler şekil ve sîga bakımından Allah’ın adı veya bir sıfatı kullanılarak yapılan yeminler, şarta ta‘lik yoluyla yapılan yeminler şeklinde ikiye ayrılır; muhtevaları ve geçerlilik şartları taşıyıp taşımamaları bakımından ise üç kısımdır. 1. Yemîn-i Lağv. a) Yanlışlıkla veya doğru olduğu sanılarak yapılan yemin. Borcunu ödediğini zannederek, “Vallahi borcumu ödedim” diye yemin etmek böyledir. b) Konuşma sırasında yemin kastı olmadan yapılan yemin (Buhârî, “Eymân”, 14). “Allah lağv yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz” âyeti (el-Bakara 2/225; el-Mâide 5/89) buna delâlet eder. 2. Yemîn-i Gamûs. Geçmişteki bir hadiseyle ilgili olarak kasten yalan yere yapılan yemindir; buna “yemîn-i fâcire” de denir. Gerçeğe uygun olan yemin ise “yemîn-i sâdık” diye adlandırılır. Yalan yere yemin, yemin eden kimseyi cehenneme sokacağı için “daldırmak” anlamındaki kökten gelen “gamûs” kelimesiyle tanımlanmıştır. Bu yeminin doğurduğu sonuca göre günahının ağırlığı da değişir. “Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir şey karşılığında değiştirenler var ya işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları arındırmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır” âyetiyle (Âl-i İmrân 3/77), “Bir müslümanın malıyla ilgili haksız yere yemin eden kişi Allah’a kavuştuğunda O’nun gazabıyla karşılaşır” (Buhârî, “Eymân”, 17; Müslim, “Îmân”, 218-224; ayrıca bk. , II, 361-362) meâlindeki hadis bu tür yeminin günahını ifade eder. Ancak mâsum bir kimsenin canını veya malını korumak adına yalan yere yemin etmek günah sayılmadığı gibi korunan hakkın öneminden dolayı dinen gerekli görülmüştür. 3. Yemîn-i Mün‘akide / Ma‘kude. Şartlarına uygun yapılan yemindir. “Vallahi seni ziyaret edeceğim” cümlesinde olduğu gibi geniş zamanlı olarak yapılırsa “yemîn-i mutlak” (mürsel), “Vallahi bugün yemek yemeyeceğim” şeklinde bir vakitle kayıtlı olarak yapılırsa “yemîn-i muvakkat” adını alır. Bir sebepten dolayı yapılan yemin ise (yemîn-i fevr) fakihlerin çoğunluğuna göre bu sebeple anlam kazanır. Meselâ bir kimse öğle yemeğine davet edildiğinde, “Vallahi ben öğle yemeği yemem” dese genelde bu yemin o yemekle sınırlı olur ve başka bir yerde öğle yemeği yediğinde yemini bozulmaz. Bazı âlimlere göre ise burada sebebe bakılmayıp herhangi bir yerde öğle yemeği yemesiyle yemini bozulur. Muhakeme hukukunda bir ispat vasıtası olarak yemin tevcih edildiği kişilere göre ya da îlâ, liân, kasâmede olduğu gibi konusuna göre farklı adlarla anılır (bk. ÎLÂ; LİÂN). Çeşitli unsurlarla ağırlaştırılan yeminlere “yemîn-i mugallaza” denir. Bazı davalarda yeminin Kâbe’de, Mescid-i Harâm’da, Mescid-i Nebevî’de yahut camide namazdan sonra yapılması gibi kutsal bir yerde veya zamanda gerçekleştirilmesi, Allah’ın birçok isim ve sıfatı sayılarak, ayrıca topluluk önünde yahut tekrarlanarak ifade edilmesiyle güçlendirilmesi yoluna gidilir. Tarihte bir anlaşmaya uymayı sağlamak veya yöneticiye bağlılığı pekiştirmek üzere yapılan biat yeminlerinde ağırlaştırıcı ifadeler kullanılmıştır. İlk defa Emevîler döneminde Haccâc b. Yûsuf tarafından başlatılan, halifelere ve diğer hükümdarlara yapılan biatlara yemin eklenmesi uygulaması “biat yeminleri” diye bilinen bir yemin türü ortaya çıkarmıştır (örnekler için bk. Kalkaşendî, XIII, 211 vd.).

Yeminin Hükmü. Yemin kural olarak mubahtır, ancak gereksiz yere yemin etmek ve bunu alışkanlık haline getirmek hoş görülmemiş, sıkça yemin etmek Allah’ın adına karşı bir saygısızlık kabul edilmiştir. Yalan yere yemin ise büyük günahlardandır. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre yeminlerde aslolan ibâhadır, fakat gereksiz yere çok yemin etmek mekruhtur. Şâfiîler’e göre ise yemin kural olarak mekruhtur ve bir ihtiyaç olmadıkça yemin edilmemelidir (bk. el-Kalem 68/10; İbn Mâce, “Keffârât”, 5). Ayrıca Hanbelîler yeminin farklı durumlarda farklı hükümler kazanabileceğini belirterek yeminin bir mâsumun canını korumak için vâcip, husumet ve kavgayı sona erdirmek için mendup, mubah bir şeyi yapmak veya yapmamak için mubah, mekruh bir şeyi yapmak için mekruh, haram bir şeyi yapmak için haram olacağını söylemişlerdir. “Yemin malın revaç bulmasını sağlar, ancak bereketi yok eder” hadisi (Buhârî, “Büyûʿ”, 25; Müslim, “Müsâḳāt”, 131) ticarette yemin etmenin mekruh olduğunu gösterir. Yemini yerine getirmenin hükmü yemin konusunun hükmüne bağlıdır. Meselâ vâcip bir şeyi yapmak veya haramı yapmamak üzere yemin edilirse gereğini yerine getirmek vâcip, bunun aksine olan bir yemine vefa ise haramdır. Mubahı yapmak yahut yapmamak için edilen yemini ifa etmek çoğunluğa göre mubah, bazı âlimlere göre ise vâciptir. Başkasının bir şeyi yapması veya yapmaması üzerine edilen yeminin gereğinin bu kişi tarafından yerine getirilmesinin hükmü de yukarıdakine benzer; sadece yeminin konusu mubah veya mendup ise bunun yerine getirilmesi mendup sayılır. Hz. Peygamber’in başkasının ettiği yeminin gereğini yerine getirmeyi (ibrârü’l-kasem) tavsiye etmesi (Müslim, “Libâs”, 3) bunun delilidir. Meşrû bir konuda anlaşmak yahut verilen sözü kuvvetlendirmek, muhatabı ikna etmek amacıyla yapılan yeminlere de uymak gerekir (bk. el-Mâide 5/89; en-Nahl 16/91). Ancak yemine uyulması fert ve toplum yararına aykırı ise ve yemin edeni harama düşürecek nitelikteyse yemini bozup kefâret vermek gerekir. Meselâ borcunu ödememeye veya anne babası ile konuşmamaya yemin etmek böyledir. Nitekim bir hadiste, “Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan daha hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefâret versin” buyurulmuştur (Müslim, “Eymân”, 11). Bir yemini yerine getirmeme (yemini bozma) halinde kefâretin gerekli olup olmaması (kefâretin hükmü) yeminlere göre farklılık gösterir. Yemîn-i lağvda kefâret gerekmez; yemîn-i mün‘akidi bozan kişiye kefâret gerekir. Yemîn-i gamûsun bağışlanması için kefâret yeterli olmayacağından çoğunluğa göre bu yeminden dolayı kefâret vermeyip tövbe etmek, bu yüzden bir kimsenin hakkı zayi olmuşsa onu telâfi edip helâllik almak gerekir; Şâfiîler’e göre ise ayrıca kefâret verilir. Unutma, bilmeme ve zorlamanın yeminin bozulmasına etkisi mezhepler arasında tartışmalıdır. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre bu durumlarda yemine aykırı hareket edilmesi halinde yemin bozulur, ancak kefâret gerekmez. Hanefîler’e göre ise yemin bozulur ve kefâret gerekir. Mâlikî mezhebinde daha ayrıntılı hükümler mevcuttur. Şartlarına uygun olarak yapılan yeminin bozulması durumunda gerekli olan kefâret on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut bir köle âzat etmektir; bunlara gücü yetmeyen kimse üç gün oruç tutar (bk. el-Mâide 5/89). Hanefî ve Hanbelîler’in bir kısmına göre birden fazla yemin için bir kefâret yeterlidir; Şâfiî ve Mâlikîler’le Hanefî ve Hanbelîler’in bir kısmına göre ise her yemin için ayrı kefâret ödenir. Bir yeminin kefâreti ödendikten sonra tekrar yemin edilir ve bozulursa onun için de ayrı kefâret ödenmesi gerektiği konusunda görüş birliği vardır (ayrıca bk. KEFÂRET).

Yeminin Şartları. 1. Âkıl bâliğ olmak. Bilerek sarhoş olan kimsenin yemini çoğunluğa göre geçerli, bazı âlimlere göre ise geçersizdir. Çocukken yemin eden kimse bulûğa erdikten sonra yeminini bozarsa ekseriyete göre kefâret vermez. 2. Müslüman olmak. Hanefî ve Mâlikîler’e göre müslüman olmayan kimsenin yemini geçersizdir. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre zimmî ve mürtedin yemini geçerlidir; ancak zimmînin malî kefâreti ödeme gücü yoksa Müslümanlığı kabul ettiği takdirde oruç tutar; mürted ise müslüman olduktan sonra kefâret öder. 3. Yemin lafzını söylemek. Kişinin sadece niyet etmesi yemin sayılmaz; yemin lafızlarını da söylemesi gerekir. Dilsizin işareti çoğunluğa göre geçerli sayılır. 4. Kasıt. Çoğunluğun aksine Hanefîler’e göre yanlışlıkla veya baskı altında yapılan yemin geçerlidir. Yeminin konusuyla ilgili olarak fıkıhta konunun gelecekle alâkalı ve mümkün olması şartları üzerinde durulur. Geçmişe dair bir husus hakkında yemin etmek Hanefî ve Hanbelîler’e göre kefâret gerektirmez, Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise gerektirir. Ta‘likî şartla yapılan yeminde konu geçmişle ilgili olabilir. İçinde su bulunmayan bardaktan su içme veya taşı altına çevirme gibi gerçekleşmesi imkânsız bir şeyi yapmaya dair edilen yeminin geçerliliği de fakihler arasında tartışmalıdır.

Yeminin lafzıyla ilgili şartlar. 1. Yeminin Allah’ın isim ve sıfatlarından biri zikredilerek yahut fakihlerce kabul edilen altı husustan (talâk, i‘tâk, adak, zıhâr, küfür, haram) birinin yer aldığı bir şarta bağlanarak yapılması gerekir. Bu tür yeminlerde lafızların ara vermeden bir defada söylenmesi şartı da aranır. 2. Hangi dilde yemin ediliyorsa o dilde yemin ifade eden sözlerin veya fiil kalıplarının kullanılması şarttır. Arapça’da bunun için yemin harfleri, haber sîgası veya masdar kalıbı kullanılır; meselâ “vallahi”, “uksimu billâh” ve “kasemen billâh” denilir; emir sîgasıyla yemin söz konusu olmaz. Türkçe’de olduğu gibi diğer bir kısım dillerde dilek kipindeki bazı ifadelerle (meselâ Allah’a yemin olsun) yemin edilebilirse de, “Yemin etmek istiyorum” gibi bir cümleyle yahut dua ve beddua sözleriyle yemin olmaz. 3. Yeminin ihtimalli bir şarta bağlanmaması, meselâ “inşallah” veya “görüşümü değiştirmezsem” gibi sözlerin kullanılmaması gerekir. “Bir konuda yemin ederken inşallah diyen kimseye kefâret gerekmez” hadisi (Tirmizî, “en-Nüẕûr ve’l-eymân”, 7) bu hükmün delilidir. Yeminde kullanılan lafızların yorumunda duruma göre sözlük anlamı, örf ve niyet önem kazanır. Hanefîler’e göre yeminin anlamı hakkında önce örfe, sonra dile bakılır. Hanbelîler’e göre sırasıyla şer‘î, örfî ve lugavî mânaya uyulur. Mâlikîler’in bir kısmı fiilî örfü kavlî örfe, bir kısmı şer‘î örfü lugavî örfe, diğer bir kısmı lugavî örfü şer‘î örfe göre öncelikli görür. Bazı Şâfiîler örfü dile, bazıları da dili örfe göre öncelikli saymıştır. Klasik fıkıh kitaplarında bu konuyla ilgili ayrıntılı tahliller bulunmakta, yemin konusunun kapsamını belirlemede örfün önemli bir faktör olduğu anlaşılmaktadır. Meselâ, “Bu ağaçtan yemeyeceğim”; “Evine ayağımı basmam”; “Et yemeyeceğim” cümlelerine örfte belirli bir anlam yüklenir. Buna göre ağaç denince meyvesi, et denince sığır veya koyun eti, ayak basmam denince eve girmeme mânası anlaşılıyorsa yeminin kapsamı bunlarla sınırlı kabul edilir. Bilhassa kinayeli lafızlarla yapılan yeminlerde niyet belirleyicidir. “Ettiğin yemin arkadaşının anlayacağı mâna üzerinedir” ve, “Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir” hadisleri gereği (Müslim, “Eymân”, 20, 21) yemin lafızlarının anlamını ve içeriğini belirlemede niyet esas alınır.

İspat Vasıtası Olarak Yemin. Yemin yargılama hukukundaki ispat vasıtalarından biridir. Bu anlamda yemin, davacı veya davalının bir olayın doğruluğu hakkında Allah’ın adını anarak beyanda bulunmasını ifade eder. Davacı ile davalıdan birine yemin verdirmeye “tahlîf”, yemin edene “hâlif”, yemin edilen şeye “mahlûfun aleyh”, yemin ettirmeye ve yemin istemeye “istihlâf”, yemin teklif eden hâkime “müstahlif”, tarafların karşılıklı yemin etmesine “tehâlüf” denilir. Yeminin ispat vasıtalarından biri kabul edilmesi âyetlere (el-Mâide 5/106-108), “Davasını delille ispat etmek davacıya, yemin ise davalıya düşer” gibi hadislere (Tirmizî, “Aḥkâm”, 12) ve sahâbe uygulamalarına dayanır. Fakihler, yeminin özellikle malî haklarla ilgili davalarda davalının hücceti olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Kısas ve nikâh gibi malî olmayan haklarla ilgili davalarda yemin teklif edilip edilmeyeceği, hangilerinde teklif edileceği, davalının yemin etmekten kaçınması durumunda yeminin davacıya çevrilip çevrilmeyeceği, hangi durumlarda ve hangi davalarda yemin teklif edileceği konularında görüş ayrılığı vardır. Kendisine yemin teklif edilen taraf ister müslüman olsun ister olmasın Allah’ın adını zikrederek yemin eder. Bir vâkıayı ispatla mükellef olan taraf iddiasını başka delillerle ispat edemezse diğer tarafa yemin teklif edilir. Yemin kural olarak davacının talebi üzerine davalıya önerilir, çünkü yemin talebi davacının hakkıdır ve o istemedikçe hâkim yemin teklif edemez. Bununla birlikte yemin teklif ve tevcihi hâkimin yetkisindedir; yemin ancak hâkim veya yetkili memurun huzurunda muteber olur. Bu sebeple yalnız davacının talebi üzerine davalının yemin etmesi geçerli sayılmaz. Mazerete binaen hâkimin görevlendireceği memurun iki âdil şahitle birlikte yemin edecek kimseye gidip ona yemin ettirmesi de câiz görülmüştür. Hâkim, memurun sözünü bu iki âdil şahidin yemine veya yeminden nükûle şahitliğine istinaden kabul ederek buna göre hüküm verir. Yemin talebinde niyâbet geçerli olduğu halde yemin etmede geçerli değildir. Vasî, mütevelli, çocukların velisi ve dava vekilleri hasma yemin teklif edilmesini hâkimden isteyebilir, ancak kendilerine yemin teklif edilemez. Müvekkillere yemin teklif edilince onların bizzat yemin etmesi gerekir. Fakat asıl hakkında ikrarının sahih olduğu hususlarda vekile yemin teklif edilebilir. Muhtelif davaların birleştirilmesi durumunda bir mecliste hepsi için bir yemin yeterli olur. Dilsizin işaretle ikrarı muteber sayıldığı gibi yeminine ve yeminden kaçınmasına da (nükûl) itibar edilir. Davalının yeminden kaçınması durumunda Hanefîler’e göre davacıya yemin teklif edilemezse de Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre teklif edilebilir. Ancak bu mezheplerde hangi tür davalarda yeminin davacıya teklif edileceği tartışmalıdır. Bu yemine “yemîn-i merdûde” adı verilir. Hanefî ve Mâlikî mezheplerine göre bazı davalarda delil ikame eden davacıya hâkim tarafından re’sen yemin teklif edilebilir. Buna da “yemîn-i istizhâr, yemîn-i istibrâ, mükemmil-i hüccet” denilir. Davalıya teklif edilen yemin kabul edilip gerçekleşirse bununla iddia edilen vâkıanın mevcut olmadığı sabit olur. Davalının yemin teklifini kabul etmemesi durumunda yemin davacıya teklif edilir ve davacı yemin ederse o takdirde iddia edilen vâkıanın mevcut olduğu kabul edilir. Yemin edildiğinde fakihlerin çoğunluğuna göre husumet yeni beyyine ikame edilinceye kadar ortadan kalkar, çünkü beyyine asıl, yemin haleftir. Bazı fakihlere göre ise husumet tamamen ortadan kalkar, artık yeni deliller ileri sürülse de dava yeniden açılamaz.

Literatür. Klasik dönemde hadis eserlerinde “Kitâbü’l-eymân ve’n-nüzûr” gibi başlıklar altında yeminle ilgili hadisler toplanmış, fürû-i fıkıh eserleri ve edebü’l-kādî türü kitaplarda yemine dair müstakil bölümler açılmıştır. Yemin konusunu ve çeşitli hükümlerini ele alan İbnü’l-İmâd el-Hanbelî’nin Muʿṭıyyetü’l-emân min ḥıns̱i’l-eymân (nşr. Abdülkerîm b. Sanîtân el-Ömerî, Cidde 1416/1996), Şürünbülâlî’nin ed-Dürrü’s̱-s̱emîn fi’l-yemîn (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1027; Fâtih, nr. 2470) ve İbn Âbidîn’in Risâle fî enne’l-eymâne mebniyyetün ʿale’l-elfâẓ ve’l-aġrâż (Süleymaniye Ktp., İzmirli İsmail Hakkı, nr. 3645, vr. 292-304) adlı eserleri gibi müstakil kitap ve risâlelerin yanı sıra özellikle yargılama hukukunda yeminle ilgili Sâlih b. Ömer el-Bulkīnî’nin Tuḥfetü’l-emîn fî men yuḳbelü ḳavlühû bilâ yemîn (nşr. Abdullah b. Mu‘tak es-Sühelî, Mecelletü’l-Câmiʿati’l-İslâmiyye, sy. 120 [Medine 1423/2003], s. 235-301), Zeynüddin İbn Nüceym’in Risâle fî ṭalebi’l-yemîn (Resâʾilü İbn Nüceym içinde, nşr. Halîl el-Meys, Beyrut 1400/1980, s. 70-79) gibi eserler kaleme alınmıştır. Kur’an’daki yeminlerle ilgili klasik ve modern dönemlerde birçok eser telif edilmiştir. Hadislerde yemin konusunda da özellikle günümüzde birçok çalışma yapılmıştır. Bunlara örnek olarak Ümeyme Bedreddin’in “Belâġatü’l-ḳasem fi’l-ḥadîs̱i’n-nebevî eş-şerîf” (Mecelletü Câmiʿati Dımaşḳ, sy. 26/3-4 [2010], s. 47-87), Cümle Dâvûd Ayyâş’ın Üslûbe’ş-şarṭ ve’l-ḳasem beyne luġati’ş-şiʿri’l-Câhilî ve luġati’l-ḥadîs̱i’ş-şerîf (yüksek lisans tezi, 2010, Ürdün, eş-Şarku’l-evsat Üniversitesi), Ayşe Esra Ağırakça Şahyar’ın Hz. Peygamber’in Yeminleri (İstanbul 2011) adlı çalışmaları gösterilebilir. Fıkhî bir konu olması bakımından modern dönemde yemine dair çok sayıda müstakil eser kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Muhammed Abdülkādir Ebû Fâris’in Kitâbü’l-Eymân ve’n-nüẕûr (Amman 1399/1979), Atıyye el-Cübûrî’nin el-Yemîn ve’l-âṣârü’l-müterettibe ʿaleyh (Beyrut 1406/1986), Sa‘diyye bint Şeyh Bâhumeyd’in İnʿiḳādü’l-yemîn ve ʿademühû fi’l-fıḳhi’l-İslâmî (yüksek lisans tezi, 1992, Ezher Üniversitesi), Nermin Öztürk’ün İlahî Dinlerde Yemin, Keffaret ve Kurban (doktora tezi, 1996, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Hâlid b. Ali el-Müşeykıh’ın Aḫkâmü’l-yemîn billâhi ʿazze ve celle: Dirâse fıḳhiyye muḳārene (Demmâm 1423/2002), Suâd Muhammed eş-Şâyigī’nin el-Yemîn: Elfâẓuhâ ve mevâniʿu inʿiḳādihâ (yüksek lisans tezi, 1424, Ümmü’l-kurâ Üniversitesi), Abdülhakîm Ebû Zeyd’in el-Eymân: Ḥükmühâ, ḍavâbiṭühâ, envâʿuhâ, keffâretühâ (Beyrut 2009), Abdurrahman Candan’ın İslam Hukukunda Yemin ve Ahlakîlik (İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 15 [Konya 2010], s. 431-452) adlı eserleri zikredilebilir. Özellikle yargılama hukukunda yeminle ilgili Abdülazîz el-Aclân’ın en-Nükûl ʿani’l-yemîn fi’d-daʿvâ el-mâliyye’si (yüksek lisans tezi, 1410, İmam Muhammed b. Suûd İslâm Üniversitesi), Cemalettin Kapusuz’un İslâm Muhakeme Usulünde Yemin’i (yüksek lisans tezi, 1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Abdülfettâh Mahmûd İdrîs’in el-Ḳaḍâʾ bi’l-eymân ve’n-nükûl-baḥs̱ fıḳhî muḳāren’i (Kahire 1414/1993), H. Tekin Gökmenoğlu’nun “İslam Muhakeme Usulü Hukukunda Bir İsbat Vasıtası Olarak ‘Yemin’ Delili”ni (SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 3 [Konya 1994], s. 179-195), Bedreddin Fâcîmânân Ahmed’in el-Ḳażâʾ bi’n-nükûl ʿani’l-yemîn fi’l-fıḳhi’l-İslâmî’sini (yüksek lisans tezi, 2005, Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi) ve İkrime Saîd Sabrî’nin el-Yemîn fi’l-ḳaḍâʾi’l-İslâmî’sini de (Amman 1429/2009) zikretmek gerekir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ḥlf”, “ḳsm”, “ymn” md.leri..

, II, 34, 361-362.

Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr (nşr. Mehmet Boynukalın), Beyrut 1432/2011, s. 134.

a.mlf., el-Aṣl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Beyrut 1410/1990, III, 167.

Şâfiî, el-Üm (nşr. Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib), Mansûre 1422/2001, VIII, 149.

, II, 242.

, VIII, 126.

, III, 2-15, 20-22.

Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, X, 24.

, III, 97.

, XXXV, 242, 243, 244, 253, 272, 274, 275, 284.

, XIII, 211-320.

İbn Hacer el-Askalânî, Fetḥu’l-bârî (nşr. Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz), [baskı yeri ve tarihi yok], XI, 533-535.

, V, 58.

Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnṣâf fî maʿrifeti’r-râciḥ mine’l-ḫilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Kahire 1377/1958, XI, 31, 33, 38-39, 44-45, 119.

Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, III, 261.

, IV, 473.

, VI, 236.

Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 126-130, 134-141; IV, 307.

Mustafa es-Süyûtî, Meṭâlibü üli’n-nühâ fî şerḥi Ġāyeti’l-müntehâ, Dımaşk 1380/1961, V, 510; VI, 319, 357-362, 364, 365, 367-374, 378-390, 414.

, III, 702.

Hilmi Ergüney, Türk Hukukunda Lügat ve Istılahlar, İstanbul 1973, s. 495-497.

Abdülfettâh M. Ebü’l-Ayneyn, el-Ḳażâʾ ve’l-is̱bât fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, [baskı yeri ve tarihi yok], s. 353-418.

Tehmasib Ferzeliyev v.dğr., Türk Dilinde Dualar Beddualar Yeminler, Erzurum 1996, s. 97-99.

Vecdi Akyüz, Oruç Yemin Adak ve Kefâret, İstanbul 2006, s. 133.

Abdülkadir İnan, “Eski Türklerde ve Folklorda Ant”, , VI/4 (1948), s. 279-290.

R. C. Jennings, “The Use of Oaths of Denial at an Ottoman Sharia Court Lefkoşa (Nicosia) 1580-1640”, , XX (1996), s. 13-23.

M. Khalid Masud, “Procedural Law Between Traditionists, Jurists and Judges: The Problem of Yamîn ma’ al-Shâhid”, al-Qantara, XX/2, Madrid 1999, s. 389-416.

Nazif Şahinoğlu, “Yemin”, , XIII, 384.

J. Pedersen – [Y. Linant de Bellefonds], “Ḳasam”, , IV, 687-690.

“Eymân”, , VII, 245-314.

G. R. Hawting, “Oaths”, Encyclopaedia of the Qurʾān (ed. J. D. McAuliffe), Leiden 2003, III, 561-566.

Fahrettin Atar, “Yemin”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 2168-2172.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 417-420 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER