YILDIZ - TDV İslâm Ansiklopedisi

YILDIZ

Müellif: YAVUZ UNAT
YILDIZ
Müellif: YAVUZ UNAT
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2013
Erişim Tarihi: 01.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/yildiz
YAVUZ UNAT, "YILDIZ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yildiz (01.12.2024).
Kopyalama metni

Yıldız karşılığında Arapça’da necm (çoğulu nücûm) ve kevkeb (çoğulu kevâkib), Farsça’da ahter ve sitâre (İng. star) kelimeleri kullanılır. Kök bakımından necm “doğmak, ortaya çıkmak”, kevkeb “parlamak, aydınlık olmak” anlamına gelir (, “ncm”, “kkb” md.leri). Her iki kelime de yıldız yerine kullanılmakla birlikte kevkeb bazan “gezegen” anlamını ifade eder (, VIII, 97). Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde gökküreden (sema, felek), güneş, ay ve burçlardan bahsedilmekte, 53. sûre Necm adını taşımakta, dört âyette necm, dokuz âyette nücûm geçmektedir. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak yıldıza (en-Necm 53/1), delip geçen yıldıza (et-Târık 86/3), yıldızların yerlerine (konumu/yörüngesi; el-Vâkıa 56/75) yemin eder; diğer bazı canlı ve cansız varlıklarla birlikte yıldızların da kendisine secde ettiğini (el-Hac 22/18; er-Rahmân 55/6), kıyametin kopması esnasında yıldızların ışığının söneceğini ve kararıp döküleceğini (el-Mürselât 77/8; et-Tekvîr 81/2), İbrâhim’in Allah’ı arayışı sırasında yıldızlara baktığını (es-Sâffât 37/88) bildirir. Hz. Peygamber’e gecenin sonunda yıldızların ortadan kaybolması sırasında Allah’ı tesbih etmesi emredilir (et-Tûr 52/49). Allah’ın yıldızları kendi emrine râm ettiği, onları insanların hizmetine verdiği (el-A‘râf 7/54; en-Nahl 16/12), insanların yıldızlar vasıtasıyla yollarını buldukları (el-En‘âm 6/97; en-Nahl 16/16) ifade edilir. Kevkeb kelimesi üç, kevâkib iki âyette geçmekte, bunlarda Allah’ın nuruna örnek verilen sırça fanus, inci gibi parlayan bir yıldıza benzetilmekte (en-Nûr 24/35) ve İbrâhim’in yıldıza bakışına (el-En‘âm 6/76), Yûsuf’un rüyasında gördüğü on bir yıldıza (Yûsuf 12/4) atıfta bulunulmaktadır. Bu arada dünya semasının yıldızlarla süslendiği (es-Sâffât 37/6), kıyametin alâmetlerinden biri olarak yıldızların dağılıp savrulacağı (el-İnfitâr 82/2) belirtilmektedir. Bazı âyetlerde yer alan şihâb (el-Hicr 15/18; es-Sâffât 37/10; el-Cin 72/8, 9) ve mesâbîh (Fussılet 41/12; el-Mülk 67/5) ile de yıldızlara işaret edilmekte, Büyük köpek takım yıldızındaki en parlak yıldız olan Şi‘râ (Sirius) bir âyette zikredilerek -ona tapınmaya dayanan eski Arap inancını red mahiyetinde- onun rabbinin de Allah olduğu vurgulanmaktadır (en-Necm 53/49). Hadislerde de necm ve kevkeb geçmekte, bazı rivayetlerde Araplar’ın yıldız için “gecenin tanığı” (şâhidü’l-leyl) ifadesini kullandığı (, VI, 397), Hz. Peygamber’in, “Yıldızlar gökyüzü için güvenliktir, onlar yok olunca gökyüzüne vaad edilen şey (kıyamet) gelir” (, IV, 399; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 207) dediği nakledilmekte, bazı hadislerde yıldızlarla ilgili Câhiliye inanışları kınanmakta, yağmurun Allah tarafından yağdırıldığı, bunu bir yıldızın doğup batmasına bağlamanın Allah’ı inkâr sayılacağına işaret edilmektedir (, II, 362, 421; IV, 117; Buhârî, “Eẕân”, 156, “İstisḳāʾ”, 28; Müslim, “Îmân”, 125-126).

Günümüzde genel kabul gören tesbitlere göre yıldızlar hidrojen gazının bulut biçiminde yoğunlaşması ve ısınmasıyla oluşur; böylece radyasyon ve ısı ortaya çıkmaya başlar. Bir yıldız yakıtını yaklaşık 5 milyar yıl boyunca yakar ve sonunda yakıtı tükenip ölmeye başlar. Bu son safhada bazı yıldızlar bir kara delik haline dönüşür ve ışığın bile kaçamayacağı görünemeyen alanlar meydana getirir. Bazı yıldızlar ise ya beyaz bir cüce ya da bir nötron yıldız durumunu alır. Bazan da yıldız patlar ve içindekiler yeni gelişmeler oluşturmak üzere uzay boşluğuna dağılır. Yıldızlar gökyüzünde tek görünseler de birçok yıldız gerçekte ikili sistemler teşkil edecek şekilde çift olarak bulunur.

Yıldızların her kültürde dinî ve mitolojik anlamda önemli yeri vardır. Eski uygarlıklarda gökyüzü tanrısal bir bölge olarak nitelendirilmiş ve gökyüzündeki işleyiş tanrıların faaliyetleri olarak görülmüştür. Mısırlılar gök cisimlerini tanrı kabul ederdi, dolayısıyla astronomileri dinî öğelerle iç içe idi. Ayrıca gök cisimlerinin doğuşu ve batışı dinî bir özellik taşıyordu. Yıldızların bir süre görünmemesi onların geçici ölümleri sayılırdı. Ölümden sonra yıldızlar, öteki dünyada bir seyahat yaparak arınma ve mumyalanmadakine benzer bir ilâçlanma sürecinden geçerek tekrar canlanıyordu. Gezegenleri tanıyan Mısırlılar bunlara dinlenmeyen yıldızlar adını veriyordu. Eski Çin’de de yıldızlara büyük önem verilirdi. Çin astronomisi bir bakıma bir yıldız astronomisi olup normal yıldızlar yanında kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkında da ayrıntılı bilgiler içermekteydi. Eski Türkler’de kutup yıldızı önemliydi. Türkler evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı; bu kubbe altın veya demirden bir kazık (kutup yıldızı) çevresinde düzenli bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı kabul edilen ekliptik çarkı buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen yeryüzüne de yansıyordu. Kutup yıldızının tam altında yeryüzünün yöneticisi olan hakanın oturduğu şehir bulunuyor, “ordug” adı verilen bu şehrin planı göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır, gök kutup yıldızının çevresinde döndüğü gibi toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde dönmekteydi.

Himyer Arapları’nın Yahudiliği kabul etmeden önce güneşe taptıkları Kur’ân-ı Kerîm’in Belkıs ve kavmiyle ilgili atfından anlaşılmaktadır (en-Neml 27/24). Güney Arapları’nın ayrıca aya taptıkları ve onu temsilen bir put edindikleri, Benî Uzre’den bir kabilenin Şems adlı bir putunun bulunduğu ve Abdüşems adının Araplar’da yaygın olduğu, çevredeki kültürlerden etkilenen Kuzey Arapları’nın da yıldızları ilâh kabul ettikleri, Lahm ile Cüzâm’ın Müşteri (Jüpiter), Kays Aylân’ın Şi‘râ (Sirius), Temîm’in Deberân (Eldeberân), Tay kabilesinin bazı boylarının Süreyyâ ve Esed’in Utârid (Merkür) yıldızına taptığı bilinmektedir (Yahyâ Abdülemîr Şâmî, s. 57-61). Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette ay, güneş ve yıldızların Allah tarafından yaratıldığı ve sadece yaratıcı olan Allah’a tapılması gerektiği bildirilmektedir (Fussılet 41/37). Câhiliye Arapları eski dönemlerden itibaren yıldızlar hakkında bilgi sahibiydi. Gece yolculukları sırasında yön bulma, mevsimleri belirleme ve hava durumunu tahmin etme gibi konularda sabit yıldızlardan faydalanıyorlardı. İklim değişiklikleri, yağmur, kuraklık, sıcak, soğuk, bitki örtüsündeki değişimler vb. birçok tabiat olayı ile yıldızlar arasında ilişki bulunduğuna inanıyorlardı. Eski uygarlıkların etkisiyle gelişen bu astronomi/astroloji ve meteoroloji karışımı ilkel halk bilgisi “ilmü’l-envâ‘” diye adlandırılmış, bu konuda izlenen formülasyonları, halk inançlarını ve Arap şiirinde önemli yere sahip yıldız isimlerini kapsayan bu birikim etrafında bir literatür oluşmuştur (bk. ENVÂ’). Yıldızların ve diğer gezegenlerin konum ve hareketlerinin dünyadaki olayları ve insanın kaderini etkilediğine inanılmış, buna dayanan fallar düzenlenmiştir (bk. YILDIZNÂME).

Yıldız adlarının kökeni eski çağlara kadar gider. Hint, Sumer, Bâbil, eski Mısır ve Asurlular’dan kalma birçok isim dönemden döneme, bölgeden bölgeye aktarılarak, değişerek, yazılışı ve söylenişi bozularak bir kültürden diğerine geçmiştir. Antik Yunanlılar’da bu adlar derlenmiş ve milâttan sonra 150 yıllarında Batlamyus (Ptolemaios) Almagest’te bunları bir bütünlüğe kavuşturmuştur. Bu eserin Arapça’ya çevrilmesiyle (el-Mecisṭî) birlikte isimler İslâm ülkelerine geçmiş, müslüman astronomlar yıldız adlarını bedevî Araplar’ın kullandıkları adlarla birlikte kayda geçirmiştir (Araplar’ın bildiği 300’den fazla yıldız adıyla ilgili olarak P. Kunitzsch, Untersuchungen zur Sternnomenklatur der Araber [Wiesbaden 1961] adıyla bir eser yazmıştır). İslâm dünyasında yazılan birçok astronomi kitabı X ve XIII. yüzyıllarda Latince’ye tercüme edilince bu defa söz konusu eserlerdeki yıldız isimleri Avrupa ülkelerine geçmiş ve günümüzdeki isimlere temel teşkil etmiştir. Eskiden yıldızlar sabit olarak düşünülür (el-kevâkibü’s-sâbite, es-sevâbit) ve birbirine yakın olan yıldızlara yıldız kümesi (el-enzümetü’l-kevkebiyye, el-mecmûatü’l-kevkebiyye, mecmûatü’l-kevâkib, et-tecemmuâtü’n-necmiyye) adı verilirdi. Yıldızların kolayca ayırt edilebilmesi için düşünülen kümelere ise takımyıldız (el-mecmûatü’l-felekiyye, kevkebe) denilmiş, birçok kültürde yıldızlarla kümeler oluşturulmuştur. Takımyıldız kavramı Bâbil dönemine kadar gider. Bâbilliler’de ve sonraki kültürlerde bu kümeler çeşitli hayvan şekilleriyle eşleştirilmiştir. Her kültürün kendine özgü takımyıldızları bulunduğundan bunlar birbirinden çok farklı biçimde ortaya çıkmış, ekliptik üzerinde yer alan on iki takımyıldız ise astrolojinin temelini meydana getirmiştir.

Batlamyus, takımyıldızları şöyle sıralar (Almagest, s. 234 vd.): Kuzey yarıküredeki takımyıldızlar: Büyükayı (big bear; ed-Dübbü’l-ekber), Küçükayı (little bear; ed-Dübbü’l-asgar), Ejderha (dragon; et-Tinnîn), Kral (cepheus; Keykâvus), kahraman (perseus; el-Gūl), kuzeytacı (corona, northern crown; el-İklîlü’ş-şimâlî), Herkül (hercule; el-Câsî), Yılancı (ophiuchus; el-Havvâ), Kuğu (cygne; ed-Dücâce), Kartal (aquila; en-Nesrü’t-tâir), Çoban (boötes; el-Avvâ), Arabacı (capella, charioteers; el-Ayyûk), Çalgı (lyre, lyra; es-Selyâk), Üçgen (triangle; el-Müselles), Kraliçe (koltuk) (cassiopeia; Zâtü’l-kürsî), Yunus (dolphin; ed-Dülfîn), Yay (sagittarius; es-Sehm), Yılan (yılancının yılanı) (serpent of serpentarius; el-Hayye), Kanatlıat (pegasus; el-Feresü’l-mücennah), Tay (equuleus; Kıt‘atü’l-kurs), Andromeda (andromeda; el-Mer’etü’l-müselsele). Güney yarıküredeki takımyıldızlar: Balina (cetus; Kītus/Sebuu’l-bahr), Avcı (orion; el-Cebbâr), Irmak (eridanus; en-Nehr), Tavşan (lepus; el-Erneb), Büyük köpek (canis major; el-Kelb), Küçük köpek (canis minor; el-Kelbü’l-asgar), Yelken (argus; es-Sefîne), Sinek (musca; ez-Zübâbe), Karga (corvus; el-Gurâb), Erboğa (centaurus; el-Kanturus), Kurt (lupus; ez-Zi’b), Sunak (ara; el-Mecmere), Güneytacı (corona australis; el-İklîlü’l-cenûbî), Güneybalığı (piscis austrinus; el-Hûtü’l-cenûbî), Kupa (crater; el-Bâtiye/el-Ke’s). Takımyıldızların evrensel bir biçim kazanması ancak XX. yüzyılda gerçekleşmiştir. 1930’da Milletlerarası Astronomi Birliği (IAU) tarafından kabul edilen sisteme göre gökküre seksen sekiz bölgeye ayrılarak gökyüzü bu takımyıldızlarla tamamen kaplanmış ve takımyıldız bölgelerinin her birine ad verilmiştir. Latince olan bu adların bazıları Antikçağ’larda oluşturulmuş imgelemlere, bazıları ise XVII ve XVIII. yüzyıllarda Avrupalı astronomlar tarafından verilen adlara dayanmaktadır. Küçük farklılıklar görülmekle beraber bu adların Türkçe çevirileri güncel gökbilim kaynaklarında standart biçimde yer almaktadır. Her takımyıldızın Milletlerarası Astronomi Birliği tarafından belirlenmiş, üç harften oluşan bir kodu vardır; takımyıldızlar bu kodlarla da bilinmektedir (meselâ Pisces takımyıldızının kodu Psc’dir).

Eski astronomlar ay ve güneşi de birer gezegen kabul etmişlerdi. Ancak XVI. yüzyılda Copernicus’in güneş merkezli kuramından sonra güneş evrenin merkezine konmuş, ay dünyanın uydusu sayılmıştır. Eski astronomide güneşin bir yıl boyunca üzerinde dolandığı daire (ekliptik; burçlar kuşağı, tutulum dairesi; Ar. felekü’l-burûc; Lat. ecliptica, signifero, zodiac) burç diye adlandırılan on iki eşit kısma, ayın yörüngesi de konaklara (Ar. menâzilü’l-kamer; Lat. lune mansions) bölünmüştür. Buna göre ay bir dolanımında, her biri bir güne tekabül eden ve 13’er dereceden oluşan yirmi sekiz durak yerini (konağı) katetmektedir. Konaklar bir yıldız grubuna karşılık gelir ve bunların her biri tekabül ettikleri yıldız gruplarının isimleriyle anılır (bk. AY).

Kadim zamanlarda bilinen yedi gezegen şunlardır: Ay (kamer, sipihr, neyyir-i asgar, peyk-i felek), Merkür (Utârid, debîr-i felek, debîr-i âsmân, münş-i çarh, el-kâtib, tîr), Venüs (Zühre, sa‘d-ı asgar, kervan kıran, çoban yıldızı, kevkeb-i seher, kevkeb-i işâ, nâhide), güneş (şems, âftâb, hûrşîd, mihr, hûr, neyyir-i a‘zam), Mars (Merih, mirrîh, nahs-ı asgar, cellâd-ı felek, behrâm, el-ahmer), Jüpiter (Müşteri, hürmüz, erendiz, sakıt, sa‘d-ı ekber, sa‘d-ı uzmâ, bercîs), Satürn (Zuhal, keyvân, pâsbân-ı felek, pâsbân-ı târûm, el-mukātil, sekendiz). Eski Yunanlılar gezegenleri tanrılarla özdeşleştirdiklerinden gezegenlerin adları bu tanrılara bağlanır. Teleskopun icadıyla XVIII. yüzyıldan sonra keşfedilen Uranüs ve Neptün’ün, zamanımızda gezegen listesinden çıkarılan Plüton’un adı da Yunan ve Roma tanrılarının adlarından esinlenerek konmuştur. Arapça’da gezegenleri ifade etmek için farklı kelimeler kullanılmıştır. Sadece beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn) “el-mütehayyire” ve bu gezegenlerle birlikte güneşi ve ayı da kapsayan tamamı “es-seyyâre” diye anılmıştır. Bunlardan başka gezegenler için “el-kevâkibü’l-câriye / el-kevâkibü’l-müteharrike” kelimeleri de kullanılmıştır.

Yıldızların Sınıflandırılması. a) Parlaklıklarına Göre. Eski astronomide çıplak gözle görülebilen yıldızlar parlaklıklarına (kadirlerine) göre tasnif edilmekteydi. Buna göre yıldızlar en parlakları olan birinci kadirden ve en sönükleri olan altıncı kadirden hareketle altı kadire ayrılmıştır. Teleskopun bulunması ve astronomi araçlarının gelişmesiyle birlikte kadir sınıfı yirmi bire ulaşmıştır. Kadirler arasındaki oran 2,512 olup birinci kadirdeki bir yıldızın parlaklığı ikinci kadirdeki yıldızın parlaklığının 2,512 katıdır. Günümüzde gözlemlerin teleskopla, teleskopa takılan fotoğraf makineleriyle veya diğer araçlarla yapılmasından dolayı kadir değerlerinde farklılıklar meydana gelmekte, bu farklılıkları önlemek amacıyla görsel kadirler, fotoğrafik kadirler gibi sınıflamalar yapılmaktadır. Batlamyus, Almagest’teki yıldız katalogunda (s. 236-246, 250-257) 1022 adet yıldızın enlem ve boylamını vermiştir. Bu yıldızlardan on beşi birinci, kırk beşi ikinci, 208’i üçüncü, 474’ü dördüncü, 217’si beşinci ve altmış üçü altıncı kadirdendir. Dokuz yıldız sönüktür, beş tanesi de bulutsudur (nebula). Göğün birinci kadirden olan en büyük yıldızları şunlardır: 1. Âhirü’n-nehr. Irmak takımyıldızının sonundaki yıldız (a Eridani); boylamı Koç 1/60, enlemi güney 53 1/20. 2. ed-Deberân (a Tauri). Boğa’nın gözünde Hyades’in parlak kırmızı yıldızı; boylamı Boğa 12 2/30, enlemi güney 5 1/60. 3. Ayyûk (a Auriga). Capella olarak adlandırılan arabacının sol dizindeki yıldız; boylamı Boğa 250, enlemi kuzey 22 1/20. 4. Riclü’l-cebbâr. Kova ile ortak olan, İkizler’in sol ayağındaki parlak yıldız (b Orion); boylamı Boğa 19 5/60, enlemi güney 31 1/20. 5. İkizler’in sağ dizindeki kırmızı parlak yıldız (c Orion); boylamı İkizler 20, enlemi güney 170. 6. eş-Şi‘râ el-Yemâniyye (el-Ábûr; a Canis Major). Köpek adı verilen, Köpek’in yüzündeki kırmızı parlak yıldız; boylamı İkizler 17 2/30, enlemi güney 39 1/60. 7. Süheyl (a Carinae). Canopus diye anılan ve seren direğinin (oars) batısında kalan iki yıldızdan biri; boylamı İkizler 17 1/60, enlemi güney 750. 8. eş-Şi‘râ eş-Şâmiyye (el-Gumeydâ; a Canis Minor). Procyon olarak adlandırılan arkadaki parlak yıldız; boylamı İkizler 29 1/60, enlemi güney 16 1/60. 9. Kalbü’l-esed (a Leonis). Regulus denilen Aslan’ın kalbindeki yıldız; boylamı Aslan 2 1/20, enlemi kuzey 1/60. 10. Zenebü’l-esed. Aslan’ın kuyruğu (es-Sarke; b Leonis), Aslan’ın kuyruğunun ucundaki yıldız; boylamı Aslan 24 1/20, enlemi kuzey 11 5/60. 11. es-Simâkü’l-a‘zel (a Virgo). Spica adı verilen sol eldeki yıldız; boylamı Başak 26 2/30, enlemi güney 20. 12. es-Simâkü’r-râmih (a Boötis). Saban süren adamın ayakları arasında bulunan ve Arcturus olarak adlandırılan parlak yıldız; boylamı Başak 270, enlemi kuzey 31 1/20. 13. Riclü’l-Kantûr. Kantûris’in sağ ayağındaki yıldız (a Centauri), Centaur’un sağ ayağının ucundaki yıldız; boylamı Akrep 8 1/30, enlemi güney 41 1/60. 14. en-Nesrü’l-vâkı‘ (a Lyr). Lyre adı verilen parlak yıldız; boylamı Yay 17 1/30, enlemi kuzey 620. 15. eş-Şevle (u Scorpio). Balık’ın güney ağzında bulunan Kova’nın sonundaki yıldız; boylamı Kova 70, enlemi güney 20 1/30.

b) Sıcaklıklarına ve Renklerine Göre. XIX. yüzyılda yapılan çalışmalar yıldızların nelerden meydana geldiği sorusunu gündeme getirmiş ve astrofizik adıyla yeni bir alan ortaya çıkmış, bu da spektral analizin doğmasıyla mümkün olmuştur. Spektral analiz, bir gök cisminin yaydığı ışığın spektroskop denilen aletten geçirilerek kimyasal yapısı hakkında bilgi edinilmesidir. Konu üzerinde ilk defa çalışan Newton güneşten gelen ışığı bir prizmadan geçirdiğinde renklere ayrıldığını görmüş ve beyaz ışığın gerçekte yedi ana renkten oluştuğunu bulmuştur. Bu yöntemle yıldızlardan ışınların spektrumlarının alınması ve bu ışınların kimyasal analizi XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde gelişmiş, yıldızların kimyasal yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler edinilebileceği anlaşılmıştır. Daha sonra yıldızların buna göre sınıflandırılması düşüncesi doğmuştur. Böyle bir sınıflamayı ilk defa Angelo Secchi (ö. 1878) önermiş ve Secchi, yaptığı spektral analizlerin sonucunda bütün yıldızların dört ana grupta toplanabileceğini göstermiştir. 1890 yılında Harvard Koleji Gözlemevi tarafından yayımlanan katalogda Secchi’nin tasnifi aynen alınmış ve buna iki yeni grup ilâve edilerek B, A, F, G, K, M harfleri kullanılmıştır. Bu sayede sınıflamanın çok karışık ve zor olduğu astronomi bilimi açıklığa kavuşmuş, yıldızların doğuşu ve gelişimi hakkındaki bilgilere ulaşılması daha kolay hale gelmiştir.

Yıldızların Hayatı. XIX. yüzyılda astrofizik alanındaki gelişmeler sonucunda yıldızların iç yapılarına ilişkin bilgilerde önemli bir ilerleme sağlanmış, XX. yüzyılda yıldızların doğup büyüdüğü ve öldüğü anlaşılmıştır. Günümüzde yapılan araştırmalar yıldızların gelişiminin kütlesine bağlı olduğunu göstermiştir. Bir yıldızın teşekkülü büyük miktarda gazın kütlesel çekim kuvvetiyle kendi üzerine çökmesiyle başlar. Bu gaz çoğunlukla hidrojendir. Gaz kütlesi büzüşür, atomlar sıkışır, büyük hızla birbirine çarpar ve oluşan kütle giderek ısınmaya başlar. Sonunda hidrojen atomları çarpışır ve helyum atomları meydana gelmeye başlar. Reaksiyon neticesinde salınan ısı yıldıza parlaklık verir, bu ısı sonucunda gazın basıncı artar; çekim kuvveti dengelenir ve gazın büzüşmesi durur. Yıldız bu kararlı durumda uzun süre kalır. Giderek yakıtını tüketip soğur ve tekrar büzüşür. Bu durumda yıldız ya patlar ya da ışığın kaçamayacağı bir kütle haline gelir.

İslâm Astronomi Literatüründe Yıldızlar. İslâm öncesi Arap toplumunda yaygın olan, yıldızların konum ve hareketlerinden iklim ve hava şartları hakkında çıkarımlarda bulunmayı konu edinen ilm-i envâ‘ (tabii astroloji) ile bunların oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) âleminde yol açtığı değişimleri önceden görmeyi, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanla ilgili haber vermeyi, insanın kaderi üzerine kehanette bulunmayı konu alan ilm-i ahkâm-ı nücûm (ahkâm astrolojisi; bk. İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM) bir taraftan varlığını sürdürürken diğer taraftan İslâm’ın yayılışı, eski Yunan ve Hint kaynaklarının, özellikle de Batlamyus’un Almagest’inin tercümesiyle birlikte matematiksel astronomi (ilm-i hey’et, ilm-i felek) büyük gelişme göstermiştir. Böylece daha erken dönemlerden itibaren yıldızların yapısı, sayıları, büyüklükleri, hareketleri, birbirine uzaklıkları ve burçlar hususunda deney ve gözlemlere dayalı bilgiler edinilmiştir. Bunlardan çıkan sonuçlar astronomik cetveller ve takvimlerin düzenlenmesi, tarihlerin tesbiti gibi alanlarda kullanılmış, bu alanda yeni aletler icat edilmiş, çeşitli eserler kaleme alınmış, bu birikim daha sonra Batı dillerine çevrilerek Batı’daki yeni bilimsel çalışmaların ortaya çıkmasına vesile olmuştur (bk. İLM-i FELEK).

Müslüman bilginlerin astronomi alanında kaleme aldıkları, önemli bir kısmı yıldızlara dair çok sayıda eser arasında özellikle Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî’nin (ö. 232/847’den sonra) yedi gezegenin hareketleriyle ilgili cetveller ve denklem tablolarının da yer aldığı Zîcü’s-Sind-Hind’i (Zîcü’l-Ḫârizmî) İslâm dünyasında geniş bir uygulama alanı bulmuş ve XII. yüzyılda Latince’ye tercüme edilmiştir. Hârizmî’nin bu eserini de şerheden Ahmed b. Muhammed el-Fergānî, XII. yüzyılda iki ayrı Latince çevirisi, XIII. yüzyılda bir İbrânîce tercümesi yapılan ve Batı dünyasında büyük üne sahip olan Cevâmiʿu ʿilmi’n-nücûm ve uṣûlü’l-ḥarekâti’s-semâviyye adlı eserindeki otuz bölümün önemli bir kısmını sabit yıldızlar ve gezegenlerin adları, sınıflandırılması, büyüklükleri, hareketleri, yerden uzaklıkları gibi konulara ayırmıştır. Bu arada Habeş el-Hâsib’in ez-Zîcü’l-mümteḥan’ı ile daha sonra kaleme alınan ve farklı bölgelerdeki gözlemleri de yansıtan çeşitli zîcler arasında, astronomi tarihinde yeni buluşlar ortaya koyan Bettânî’nin (ö. 317/929) Latince ve İspanyolca’ya çevrilen Kitâbü’z-Zîc’i, Ebü’l-Hasan İbn Yûnus’un ez-Zîcü’l-Ḥâkimî’si, Bîrûnî’nin el-Ḳānûnü’l-Mesʿûdî’si, İbnü’z-Zerkāle’nin Arapça aslı kayıp olan ve iki Latince tercümesi günümüze ulaşan Tuleytula Zîci’ni anmak gerekir. Harakī, Müntehe’l-idrâk fî teḳāsimi’l-eflâk adlı eserinin ilk bölümünü gök cisimlerinin yapısı ve hareketlerine tahsis etmiştir. XII. yüzyıldan itibaren İbn Bâcce, Câbir b. Eflah, İbn Tufeyl ve Bitrûcî gibi Endülüslü düşünür ve bilginler vasıtasıyla İslâm dünyasında artık Batlamyus’un gökküre ve gezegenlerle ilgili hipotezleri terkedilmeye başlanmış, bu bilginlerin Latince ve İbrânîce’ye çevrilen eserleri Rönesans döneminde Batlamyus’u eleştirenlere de ilham kaynağı olmuştur. Merâga Rasathânesi’ni kuran Nasîrüddîn-i Tûsî (ö. 672/1274) burada birçok astronomi aleti icat etmiş, Zîc-i İlḫânî’sinde Batlamyus’un yer merkezli sistemine esaslı eleştiriler yöneltmiş ve Copernicus sistemine giden yolu açmıştır. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin öğrencisi olup Merâga Rasathânesi’nde onunla birlikte çalışan Kutbüddîn-i Şîrâzî yazdığı çeşitli eserlerle bu sahaya önemli katkılar sağlamış, bilhassa İbnü’l-Heysem’den sonra ihmal edilen optik alanında yeni bakış açısı getirmiş, hocası Tûsî’nin Batlamyus’unkinden önemli farklılıklar içeren gezegen modelini daha da geliştirmiş, talebesi Kemâleddin el-Fârisî optik sahasındaki bu birikimi daha ileri noktalara götürerek adını duyurmuştur. İslâm astronomisinin en büyük simalarından biri olan İbnü’ş-Şâtır (ö. 777/1375), önceleri Batlamyus’un gezegen modellerini esas alırken daha sonra Merâga geleneğinin tekniklerini ve yeni gezegen modellerini başarıyla uygulayarak Batlamyus’un teorisinde köklü değişikliklere gitmiş, ez-Zîcü’l-cedîd, Taʿlîḳu’l-erṣâd ve Nihâyetü’s-sûl gibi eserlerinde geliştirdiği yeni gezegen teorisiyle Copernicus’ten bir asır önce onun ortaya koyduğu sonuçlara ulaşmıştır. Semerkant Rasathânesi’ni kuran Uluğ Bey (ö. 853/1449) bu gözlemevinde önemli araştırmalar gerçekleştirmiş, Tûsî’nin Zîc-i İlḫânî’sindeki ölçüm hatalarını düzelterek hazırladığı, kendisini Doğu ve Batı’da üne kavuşturan Zîc-i Uluġ Bey’in üçüncü kitabını yıldızlar ve gezegenlere ayırmış, burada ele aldığı kırk sekiz yıldız takımında bulunan 1018 yıldızın ekliptik koordinatlarını vermiştir. Zîc-i Uluġ Bey’in diğer bazı bölümleri yanında bu bölümü de XVII. yüzyılda Latince’ye çevrilerek yayımlanmış, Greenwich Gözlemevi’nin kurucusu Flamsteed, sabit yıldızlar katalogunu hazırlarken Batlamyus ve T. Brahe’in yanı sıra Uluğ Bey’in katalogundan da faydalanmış, onun hazırladığı bu katalogu Newton da kullanmıştır.

Yıldız ve gezegenlerin genel astronomi eserleri içinde ele alınması yanında bu konuyla ilgili müstakil çalışmalar da yapılmıştır. İlk dönem astronom ve astrologlarından Ebû Ma‘şer el-Belhî (ö. 272/886) XII. yüzyıldan itibaren Latince, İbrânîce, Almanca ve İngilizce’ye çevrilen el-Medḫalü’l-kebîr ilâ ʿilmi aḥkâmi’n-nücûm adlı eserinde sabit yıldızlar, burçlar, gezegenler, bunların sayıları, birbirleriyle bağıntıları, astrolojik etkileri gibi konuları incelemiş, Latince’ye çevrilen Kitâbü’l-Ḳırânât’ında aynı boylam üzerinde buluşan gezegenlerin durumunu ele almıştır. Belhî, ayrıca Kitâbü Mizâcâti’l-kevâkib, Kitâbü’l-İḫtiyârât ʿalâ menâzili’l-ḳamer ve Kitâbü’l-Evḳāt ʿalâ is̱nâ ʿaşeriyyeti’l-kevâkib adlı eserleri yazmıştır. Matematikçi ve astronom Ebû Ca‘fer el-Hâzin, Bîrûnî ve Harakī’nin eserlerinde adı geçen Kitâbü’l-Ebʿâd ve’l-ecrâm’ında yıldızlar arasındaki uzaklıkları vermiştir. Bazı araştırmacıların modern çağa tesir eden üç büyük astronomi bilgininden biri kabul ettiği Abdurrahman es-Sûfî (ö. 376/986), Batlamyus’tan sonra sabit yıldızların incelenmesi konusunda önemli rol oynamış, çeşitli Doğu ve Batı dillerine tercüme edilen Kitâbü Ṣuveri’l-kevâkibi’s̱-s̱âbite adlı eserinde onun Almagest’te zikrettiği kırk sekiz takımyıldızındaki yıldızları inceleyip tanıtmış, büyüklükleri, konumları ve renkleriyle ilgili görüşlerini belirterek yıldız isimlerinin Arapça karşılıklarını vermiştir; bu isimler daha sonra İslâm ve Batı astronomi bilginlerince kullanılmış, bunlardan doksan dördü modern astronomi literatürüne girmiştir. Nitekim ayın bir kraterine de onun adı verilmiştir. Özellikle optik alanında otorite olan fizik, matematik ve astronomi bilgini İbnü’l-Heysem Risâle fî rüʾyeti’l-kevâkib, Maḳāle fî heyʾeti ḥareketi külli vâḥidin mine’l-kevâkibi’s-sebʿa, Maḳāle fî edvâʾi’l-kevâkib, Maḳāle fî ḍavʾi’l-ḳamer, Maḳāle fi’l-es̱eri’lleẕî fi’l-ḳamer adlı çalışmalarında gezegenleri ve ayı incelemiştir. İbnü’z-Zerkāle, literatürde İspanyollar’ın verdiği Suma referente al movimiento adıyla tanınan, ancak aslı kayıp olan eserinde, yıldızlara nisbetle güneş apojesinin hareketini güneşin tâdil merkezinin yüzyıllık bir değişimi olarak açıklaması astronomi ilmine önemli katkı sağlayan bir keşiftir. Batlamyus astronomisine büyük darbe vuran bu teorinin daha sonra Copernicus tarafından kullanıldığı, aynı teorinin Horacius tarafından aya uygulandığı, Newton ve Halley tarafından da modern astronomiye uyarlanacak biçimde geliştirildiği belirtilmektedir. İbnü’z-Zerkāle’nin İbrânîce tercümesiyle günümüze ulaşan ve literatürde İspanyollar’ın verdiği Tradato relative al movimiento de las estrellas fijas adıyla bilinen eseri de sabit yıldızlar feleğinin hareketiyle ilgilidir. Meşhur matematikçi ve astronomi bilgini İbnü’l-Bennâ el-Merrâküşî (ö. 721/1321), Minhâcü’ṭ-ṭâlib li-taʿdîli’l-kevâkib ve el-Yesâre fî taʿdîli’l-kevâkibi’s-seyyâre adlı eserlerinde yıldızların hareketlerini incelemiş, Uluğ Bey’in zîcinin hazırlanmasına önemli katkılar yapan Gıyâseddîn-i Kâşî ise biri gezegenlerin ekliptik enlem ve boylamlarını, yeryüzüne uzaklıklarını, konumlarını ve geriye dönüşlerini hesaplamak, diğeri ara değeri bulma (lineer enterpolasyon) işleminde kullanılmak üzere iki önemli alet geliştirmiştir.

Yıldızlar konusunda yazılan birçok eser arasında şu çalışmalar da anılabilir: Yahyâ b. Gālib el-Hayyât, Kitâbü’l-Mesâʾil el-müstedelli ʿaleyhâ mine’l-büyûti’l-is̱ney ʿaşer ve’l-kevâkibi’s-sebʿa; Ali b. Ahmed el-Belhî, Kitâbü’l-Medḫal fî ʿilmi’n-nücûm (Kitâbü’l-Medḫal fi’l-aḥkâmi’l-felekiyye); Kabîsî, Risâle fi’l-ebʿâd ve’l-ecrâmi’s-semâviyye bi’l-burhân; Ebû Sehl el-Kûhî, Risâle fî maʿrifeti mikdâri’l-buʿd min merkezi’l-arż ve mekâni’l-kevâkib elleẕî yenḳażżu bi’l-leyl; Ebû Saîd es-Siczî, Kitâbü Ḥulûli’l-kevâkibe’l-bürûce’l-is̱ney ʿaşer; Sâid el-Endelüsî, Iṣlâḥu ḥarekâti’n-nücûm ve ḥaṭaʾi’r-râṣıdîn; İbnü’l-Gurbâlî, Kitâbü’l-Envâʿ ve’l-ezmine ve maʿrifeti aʿyâni’l-kevâkib; Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, Risâle fî sebebi ẓuhûri’l-kevâkibi leylen ve ḫafâʾihâ nehâren; İbn Ebü’ş-Şükr, el-Aḥkâm ʿalâ ḳırânâti’l-kevâkib fi’l-burûci’l-is̱nâ ʿaşer, ed-Delâlât ʿale’l-ittiṣâlât ve ḳırânâtü’l-kevâkib fi’l-burûci’l-is̱nâ ʿaşer, Muḳaddimât teteʿallaḳ bi-ḥarekâti’l-kevâkib; Muhammed b. Eşref es-Semerkandî, Aʿmâl-i Taḳvîm-i Kevâkib-i S̱âbite; Çağmînî, Ḳuva’l-kevâkib ve żaʿfühâ; Muhammed b. Ebü’l-Hayr, el-Menhelü’s̱-s̱âḳıb fî taḥḳīḳi’l-kevâkib, Taḥrîrü’l-menâzili’l-ḳameriyye ve en-vâʿihâ ve ṭulûʿi’l-kevâkibi’s̱-s̱âbite bi’l-fecr; Rıdvân el-Felekî, Esne’l-mevâhib li-taḳvîmi’l-kevâkib, Ḳırânü’l-ʿulviyyîn Züḥal ve’l-Müşterî bi-vasaṭi’l-mesîr; İbnü’l-Mecdî, el-Menhelü’l-ʿaẕbi’z-zülâl fî taḳvîmi’l-kevâkib ve rüʾyeti’l-hilâl, Mecmûʿu maḥlûlât fî ʿilmi’n-nücûm.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 362, 421; IV, 117, 399; VI, 397.

Aristoteles [Aristo], Metafizik (trc. Ahmet Arslan), İzmir 1985-93, I-II.

a.mlf., Gökyüzü Üzerine (trc. Saffet Babür), Ankara 1997.

Ptolemy [Batlamyus], Almagest (trc. R. C. Taliaferro, Great Books of Western World [ed. R. M. Hutchins], XVI içinde), Chicago 1952, s. 234-258.

Fergānî, Astronominin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları (nşr. ve trc. Yavuz Unat), Harvard 1998.

Bettânî, Al-Battānī sive Albatenii Opus Astronomicum (nşr. ve trc. C. A. Nallino), Roma 1899-1907, I-III.

Bîrûnî, Kitâbü’t-Tefhîm li-evâʾili ṣınâʿati’t-tencîm: The Book of Instruction in the Elements of the Art of Astrology (trc. ve nşr. R. Ramsay Wright), London 1934.

Nasîrüddîn-i Tûsî, Muhtasar fî İlm et-Tencîm ve Ma‘rifet et-Takvîm: Risâle-i Sî Fasl (trc. Ahmed-i Dâî, s.nşr. Tahir Nejat Gencan – M. Dizer), İstanbul 1984.

N. Copernicus, On the Revolutions of the Heavenly Spheres (trc. C. G. Wallis, Great Books of Western World [ed. R. M. Hutchins], XVI içinde), Chicago 1952.

Sâlih Zeki, Yeni Kozmografya, İstanbul 1331.

a.mlf., Âsâr-ı Bâkiye: Ortaçağ İslâm Dünyası’nda Trigonometri (haz. Remzi Demir – Yavuz Unat), Ankara 2003, I.

Ali Yar, Kozmoğrafya, İstanbul 1933.

Seyyed Hossein Nasr, An Introduction to Islamic Cosmological Doctrines, Cambridge 1964.

, V, bk. İndeks.

a.mlf., İslam Uygarlığında Astronomi, Coğrafya ve Denizcilik, İstanbul 2009, s. 12-173.

Aydın Sayılı, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara 1982.

Yahyâ Abdülemîr Şâmî, en-Nücûm fi’ş-şiʿri’l-ʿArabî el-ḳadîm, Beyrut 1402/1982.

Yavuz Unat, İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi, Ankara 2001.

a.mlf., “Eski Astronomi Metinlerinde Karşılaşılan Astronomi Terimlerine İlişkin Bir Sözlük Denemesi”, AÜ Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi: OTAM, sy. 11, Ankara 2001, s. 633-696.

İslam Bilim Tarihi I: Astronomi (ed. Rüşdi Raşid, trc. Habip Türker – Cemile İpar), İstanbul 2006, tür.yer.

Mustafa Pultar, Yıldız Adları Sözlüğü, İstanbul 2007.

P. Kunitzsch, “al-Nud̲j̲ūm”, , VIII, 97-105.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 534-538 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER